Bu başlığı veya yakın anlamı taşıyan bir kaç yazı yazdım hayatım boyunca.

Bu başlığı veya yakın anlamı taşıyan bir kaç yazı yazdım hayatım boyunca. İçeriği ne mi? Net olan bir şey var ki, içimizi her zaman acıtan, başkalarını bilemem ama, bu ülkeye yıllarca en yükseğe yakın dilimden vergisini veren, dar gelirli sınırının biraz yukarısında yıllarca maaş kazancıyla geçinen, yaklaşık yirmi yıl önce emekli olup emekli maaşının yanı sıra bazı ara kazançlarla geçinmeye çalışan biriyim.

Gazeteciyim ama her “zam haberi”ni duyduğumda içim acır.

Nasıl acımasın ki; şartların giderek zor ötesinde, taşınabilir olmaktan çıkmış olduğu bu ortamda, kazancınızla ilgili yaptığınız; genelde aylık, buna bağlı olarak haftalık ve günlük harcama planıyla yaşamaya çalışıyorsunuz. Beklenmeyen harcama artışları, o zar zor planladığınız bütçenizi allak bullak ediyor. Beklenmeyen harcamaların en önemlisi; hastalık harcamalarıdır ki, bunun ne zaman olacağını hiç ama hiç tahmin edemezsiniz.

Bu tür harcamalardan tasarruf etme şansınız da yok. Sağlık harcamaları olmazsa olmazlarınızdandır.

Bu zor şartlarda yaşamınızı devam ettirmeye çalışırken, ailenizle kurabildiğiniz yaşam standartlarına uyabilmek için yapmanız gerekendir bunlar. Hastalıktan olabildiğince uzak durmaya çalışırsınız. Aile iseniz, aile bireylerinden birinin hastalanması da sizin bütçenizde telafisi zor açıklara sebep olabilir.

İşte böylesine duygu erozyonuyla karşılaşabileceğiniz durumlarda en büyük yıkım ise; hiç hesapta olmadan temel tüketim maddelerinize veya bunları doğrudan etkileyebilecek yaşantımızda olması gereken maddelere, hizmetlere, hiç beklenmedik zamanlarda yapılan zamlar, fiyat artışları ve bu zamların etkisiyle enflasyon canavarının azması (!) sonrasında yaşadıklarımızdır.

Her ne kadar, enflasyonun tek rakamlı sayılarda olduğu söylense de, bunun yansımasının en etkin olduğu yer olan çarşı pazara baktığınızda gerçeğin hiç de söylendiği gibi olmadığını rahatlıkla görebilir, bırakın görmeyi, yaşayabilirsiniz. Çarşı pazarda artık hiç bir standart ve fiyat dengesi yoktur.

Zar zor yapabildiğiniz bütçe planlamanızı tutturmanız hemen hemen imkansızdır. Bu durumdaki dar gelirlinin, işçinin, memurun, artık üretemeyen, ürettiğini satamayan, satacak pazar bulamayan, satabildiğini de sanal fiyat tekelcilerinin cebine kaynak olmaktan başka bir işe yaramadığı bir ortamdayız. Üretici üretiyor, üretim masraflarını karşılamak için ürettiğinin karşılığı olanı ancak alabilirken, zar zor ürettiği ürünün sefasını sürenleri sadece seyrediyor. Tüm bunları yaşayan üretici üretmekten korkar durumda. Üretim için gerekli olan yan malzemelerin masrafını bile karşılayamaz durumda.

Yılın belli aylarında otomatiğe bağlanan akaryakıt zamları, üretim ve temel tüketim maddelerine yansıyınca fiyatları yakalamak mümkün olmuyor.

Tek rakamlı olarak gösterilen enflasyona hiç kimse inanmıyor artık. Ve kandırıldıkları düşüncesi giderek yoğun karamsarlık yaratıyor dar gelirli, üretici ve ücretli kesim üzerinde.

İş, ücret artış oranlarının belirlenmesine gelince, kaynak oranlar, dayatma şeklinde dillendirilen, hiç de inandırıcı olmayan enflasyon rakamlarına dayandırılıyor. İşçiye, ücretliye yılda iki kez yapılan o zamlarda “şartlar ancak bunları vermemize imkan sağlıyor” mazereti öne çıkarılıyor, kaynak yok deniyor. Ama iş başka yerlerde böyle uygulanmıyor, oralar için olabildiğince kaynak bulunabiliyor..

Ah şu kaynak meselesi. Her zaman gündemde ve özellikle, dar gelirli ve ücretli için hep mazeret olarak dile getiriliyor.

Bütçe açığını kapamak ve bazı zorunlu destekler için kaynak yaratmanın tek yolu kaldı ülkemizde. Bu da, dolaylı ve dolaysız, neredeyse periyodik hale getirilen, bir çok zorunlu tüketim maddesine veya hizmetine yapılan zamlardır.

İşte burada “Kaz” gibi yolunmanın dayanılmaz hafifliğini yaşamanın kadersizliğiyle baş başa kalırsınız.

Bir iki gündür gündemin birinci maddesi, zamlar, hem de can yakan zamlar.

Gündemdeki zamları yarınki yazımızda anlatacağız.