İstanbul nereye gidiyor, sorusu hep konuşulur oldu artık.
Nerede bir yeşil alan gördüysen çok değil bir kaç ay sonra orayla ilgili çok başka planların yapıldığının, artık gizli yanı kalmamıştır. Çünkü, çok kısa bir süre sonra orası; ya demir tellerle çevrilip bir şeylere hazır hale getirilmiş veya geçici bilgi tabelasıyla, birilerince belirlenen bir şeylere kurban edileceği duygusunu yaşayabileceğiniz çok olağan şeylerdendir artık.
İstanbul, yedi tepe üzerine kurulmuş, jeolojik ve tarihi özelliklerinin yanı sıra, ülkemizin tüm tarihi, turistik bölgeleri ve zenginliklerine giden yolların başlangıç noktasında olmasıyla da çok önemlidir.
İstanbul; jeolojik yapısı nedeniyle, dillere destan boğazı, tarihi varlığından adını alan “Altın Boynuz” diye tanınan Haliç’i ve hemen hemen yerli yabancı herkesin bildiği “yedi tepe” üzerine kurulu oluşuyla ve bu “yedi tepe”nin vadilerinde yer alan irili ufaklı, şırıl şırıl akan dereleriyle de bilinir. Bu “yedi tepe”nin etrafını sere serpe saran yeşil alanları ise İstanbul’a bir başka güzellik katardı. Yerli ve yabancı İstanbul’u ziyaret eden eskiler bu güzel metropolü anlatırken, yukarıda saydığımız özelliklerinin yanı sıra; yerleşim yerleriyle birlikte, büyük bölümünü kaplayan yeşil alanlarından da söz etmeyi asla unutmazlardı.
Eski İstanbul’un en önemli özelliklerinden biri de; tüm İstanbulların kısa süreli, günü birlik tatil için gidebildikleri yeşil alanların, sayfiye yerlerinin dolup taştığı o yeşil alanlardan şimdi hiç kimse söz edemiyor. Öylesine özel yeşil alanlar vardı ki, dillere destandı oralar. Tasını tarağını, yiyeceklerini alanlar hafta sonları oralara gitmeyi ihmal etmezlerdi.
İstanbul’un sadece bu yeşil alanları değil, bir çok yerinde denize girilebilen plajları da şimdi yok artık. O meşhur Caddebostan Plajı, Florya Güneş Plajı, İdeal Tepe ve o sahiller boyunca bölüm bölüm yerleşik olan plajlar, Ataköy, Kanarya, Kumburgaz, Silivri, Adalar ve daha bir çok yer yazın İstanbullular için en bulunmaz yerlerdi.
Şu meşhur Belgrat Ormanları şimdi ne durumda gidip görenler anlatıyor; ucundan kenarından tırtıklanarak imara açılıyormuş. Belgrat Ormanlarının Ayazağa, Cendere Deresi ve o vadi boyunca Bahçeköy Sarıyer’e doğru bir çok bölümünün imara açıldığını, oraların önemli bir bölgesinin yerleşim yerine dönüştüğünü artık sağır sultan bile duyabiliyor.
Çay bahçeleri ve yeşil alanları ile ünlü Üsküdar Salacak sahili, Kadıköy Moda Burnu, Samatya, Zeytinburnu, Yedikule ve Kazlıçeşme sahilleri, asıl adından söz etmemiz gereken, özellikle de Sümerbank kumaş dokuma tesislerinin olduğu Hipodrom’dan sahil boyuna kadar, ucu bucağı belli olmayan o güzelim yeşil alanlar ve Yeşilyurt Hava Harp Okulu tesislerine kadar Bakırköy sahilinden başlayıp sahil boyu uzayıp giden, yıllarca C Modeller’ine ev sahipliği yapan o uçsuz bucaksız sahil şeridine ne oldu? Ne olduğunu herkes biliyor. Nasıl imara açıldığı ve nasıl beton yığınına ve en değerli rant alanına dönüştürüldüğü öyküsünü bilmeyen yoktur. Ataköy Sahili’nden ve Eski Sümerbank tesislerinin yakınından geçerken içim sızlıyor. Göğe yükselen on beş katlık onlarca bina, yıllardır devam eden inşaatları ile İstanbul’un gülümseyen yüzünde bir hüzün gibi duruyor.
Bu yazdıklarımın hepsinin tamamına yakınının yeşil alan olduğunu düşünürsek İstanbul’un neden ağladığını çok daha iyi anlayabiliriz.
Tabii ki, bu yazabildiklerim, mutlaka gündeme getirilmesi gerekenlerin sadece onda biri bile değil.
Gözü yaşlı İstanbul; hızla yeşil alanlarını kaybetme tehlikesi altında. Hem yeşil alanlarını kaybediyor, hem de o muhteşem siluetini bozan, bağrına hançer gibi saplanan çok katlı rezidans inşaatlarının, hız kesmeden devam eden betonlaşma eziyeti ile eskinin özlemini çekiyor.