Geçtiğimiz hafta cumartesi günü birinci bölümünü yazdığımız İstanbul ile ilgili yazımızın devamını Cumhuriyet Bayramımızın 94. Yılı nedeniyle tamamlayamamıştık
Geçtiğimiz hafta cumartesi günü birinci bölümünü yazdığımız İstanbul ile ilgili yazımızın devamını Cumhuriyet Bayramımızın 94. Yılı nedeniyle tamamlayamamıştık. Zaman zaman İstanbul’u konu eden bir çok yazı yazdık.
İstanbul, dünyanın gözünün üzerinde olduğu, sadece yurt içinde, vatandaşlarımızın rüyalarını süsleyen bir büyük şehir olmasının ötesinde; gerek kültür varlıklarının zenginliği, gerek tarihi geçmişi ve gerekse de, doğal güzellikleri nedeniyle yerli ve yabancı turistin en gözde, en önemli metropollerinden biridir. O nedenledir ki, İstanbul zaman zaman bir çok kez köşe yazılarına, haberlere, kitaplara konu olmaktadır.
Yıllardır ülke içinde, yoğun şekilde göç alan bir şehirken, son yıllarda giderek daralan iş olanakları, artan işsizlik ve geçim sıkıntıları nedeniyle yakın zamanda beşyüz bine yakın göç veren bir şehir durumunda.
Bir zamanların “taşı toprağı altın” olan İstanbul artık bu özelliğini süratle terk eden durumdadır. Akın akın göç alan, bu göçler nedeniyle bir çok yeni yerleşim yeri kurulan İstanbul’un, artık bu zorlama yapılaşmaya dayanacak gücü kalmamıştır. Kısacası İstanbul bu yoğun şehirleşmeyi kaldıramaz durumdadır.
Yoğun şehirleşmenin yarattığı inşaatlar giderek kontrolden çıkmış, var olan yeşil alanlar hızla imara açılmış ve de açılmaya devam edilirken, tam anlamıyla bir inşaatlar şehri ve yeşil alanlarını hızla kaybederek nefes alamaz durumdadır.
Geçen haftaki yazımızın sonunda belirtiğimiz gibi; “Boğazın bir yakasındaki tepelerden, diğer yakaya baktığınızda görebildiğiniz en görkemli (!) şey; artık o dillere destan, dünya kültürüne damgasını vuran, eşsiz kültür varlıklarının zenginleştirdiği tarihi görüntüsü ve olağanüstü, doyumsuz doğal İstanbul görüntüsü değil, bağrına hançer gibi saplanan o çok katlı plaza ve rezidansların ürkütücü görüntüsü ve ağlayan İstanbul’dur.
Biz bunları hep dile getirdik ama sesimizi pek duyan yoktu. Ancak; son günlerde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’daki bir toplantıda bu konuda söyledikleri, konunun artık görmezden gelinemeyeceğini gösteriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Kadim şehirlerin en önemli güzelliği, ana karakterlerini kaybetmeden yeniyi bünyelerinde eritmesi, özlerinden katarak yeniden yoğurmasıdır. İstanbul bu açıdan gerçekten müstesna bir şehirdir. Ama biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre ihanet ettik, hala da ihanet ediyoruz, ben de bundan sorumluyum.”
“Ben çocukluğumu arıyorum İstanbul'da. Bu kutlu şehrin her bir köşesinde merhum Turgut Cansever'in ifadesi çok anlamlıdır. Belediye Başkanlığımda zaman zaman bana danışmanlık da yapmıştı. Turgut hocamız derdi ki: “Ecdat tüm ruhunu taşa ve ahşaba nakşetmiş. Bazı şehirler vardır. İyi yazılmış kitap gibidir. Okumaya, anlamaya, onu yaşamaya doyamazsınız. Başlar ve bu kitabı bitirirsiniz. İstanbul'un her sokağında da saklı bir tarih, asırlık bir tecrübe vardır.”
“İstanbul, Fatih Sultan Mehmet Han'dan beri ilmin, kültürün, siyasetin, sanatın ve ticaretin payitahtı olmuş bir şehir. Bugün de İstanbul onca yaşadıklarına rağmen halen ayaktadır. Türk-İslam medeniyetinin kalelerinden biri olmayı sürdürmektedir. Dünyada eşi benzeri olmayan nadide şehirlerden bir tanesidir.”
“Bizler çoğu zaman elimizdekinin kıymetini onu kaybedince anlıyoruz. Son yıllarda şehirleşme noktasınca ciddi sorunlarımızın olduğunu hatalarımızın, eksiklerimizin olduğunu defalarca söyledim."
Cumhurbaşkanı’nın ardından bir söylem de Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki’den geldi. Özhaseki; “En büyük şehirlerde;100 katlı gökdelen, yanında bir baraka, yanında sanayi, cehaleti bilgisizlik ve fakirliğin getirdiği sağlıksız, kimliksiz şehirlere sahip olduk. Bu şehirlerde hiç bir şey anlaşılır gibi değil. Yönetici günü kurtaracak planlar yapıyorsa o şehir yok oluyor demektir.”
Cumhurbaşkanımızın ve bakanımızın söyledikleri çok önemli. Bu İstanbul için bir umut mu, bekleyelim, göreceğiz.