Konumuz yine İstanbul.
Konumuz yine İstanbul. Ve yine İstanbul ile ilgili bir şeyler yazmak için bilgisayarımızın başına geçtik. İstanbul’la ilgili yazacak o kadar çok şey var ki, doğal olarak sözü dönüp dolaşıp İstanbul’la ilgili sorunlara getiriyoruz.
Bugünkü konumuzun İstanbul’a gelip dayanmasının bir başka nedeni var. İstanbul ile ilgili sorunlar o kadar çok ki, zaman zaman bu sorunları dile getirmek için İstanbul içerikli yazılar yazmak gerekiyor. Bugünkü konumuzun İstanbul olmasının çok önemli bir nedeni vardı. O gerekçeyi yazının devamında dile getireceğiz.
Bugün o nedene istinaden konumuz İstanbul. Yazalım, bakalım. Anlatacaklarımızı bugünkü yazımızda dile getirmeye yerimiz yeterli olur mu bilemiyorum ama, yetmezse de yarınki yazımızda devamını getiririz.
Bir çok konuda İstanbul’un sorunların anlatan sayısız yazı yazdım. Sadece ben değil bir çok köşe yazarı da zaman zaman İstanbul ile ilgili benzeri sorunları dile getirdi.
Yazdığımız yazıların özetle içeriği; İstanbul, trafiğinde yıllardır çözülemeyen ve kangren hale gelen, içinden çıkılamaz haldeki karmaşa. Son yıllarda; asıl amacı yıllardır “oldu olacak denilen büyük İstanbul depremi” için sağlıksız, dayanıksız çürük binaların yenilenmesi ve İstanbul’u bu sağlam yapılarla depreme hazırlamak olan, başta kentsel değişim adı altında yürütülen şehri inşaatlarla boğuşan bir hale getirilmesi.
Bu yetmiyormuş gibi; İstanbul’un her bölgesinde, şehrin bağrına hançer gibi saplanan çok katlı plazalar, gökdelen işyerleri inşaatları ve bu inşaatların yarattığı düzensizlik. Ve en önemlisi; bu inşaatlara hizmet veren ve İstanbul için çok büyük potansiyel tehlike olan ve kontrolden çıkan hafriyat kamyonlarıdır.
Daha buna benzer bir çok konu.
En çok dile getirdiğimiz ise; hızla değiştirilen imar planları, yok olan yeşil alanlar ve her haliyle betonlaşan İstanbul. Bu kontrolsüz değişimin İstanbul’a en büyük etkisi ise; bozulan ekolojik yapısı ve yarattığı olumsuzluklar.
Betonlaşan İstanbul’da iklim değişti. İstanbul eski halinin özlemini yaşıyor ve gözyaşı döküyor. Buna izin verenler İstanbul’a büyük haksızlık ettiler.
Bunu bizler yıllardır yazıyoruz ama pek dinleyen, ilgilenen yoktu. Hatta bu konu şehircilikten sorumlu bakanın bile pek umurunda değildi gibi. Konuşulan sadece “kentsel değişimin” yapılmasıydı. Hızla devam eden, kontrolden çıkıp “rantsal değişim”e dönüşen bu yapılaşma, geride; her tarafı inşaatlarla kaplı bir İstanbul görüntüsü bırakıverdi. Zaten darboğazda olan İstanbul trafiği de bu olandan nasibini fazlasıyla aldı.
Trafiği rahatlatmak için genişletilmeye çalışılan yollar, caddeler, çare olarak uygulanırken, ana yollar ve ara yollardaki inşaatlar nedeniyle, sorumsuzca kapatılan yollar, günün bir çok saatinde trafiğe içinden çıkılmaz hale dönüştürdü. Üstüne üstlük bu yollarda; başıboş, kontrolsüz ve sorumsuzca dolaşan hafriyat kamyonları trafiğe engel olurken, yarattığı tehlike ile İstanbul için en önemli sorunlardan biri ve belki de en önemlisiydi. Bu konuda önlemler, denetimler yapılıyor denilmesine rağmen, caddelerin sorumsuzca kullananlarıdır bu kamyonlar.
Boğazın bir yakasındaki tepelerden, diğer yakaya baktığınızda görebildiğiniz en görkemli (!) şey; artık o dillere destan, dünya kültürüne damgasını vuran, eşsiz kültür varlıklarının zenginleştirdiği tarihi görüntüsü ve olağanüstü, doyumsuz doğal görüntüsü değil, bağrına hançer gibi saplanan o çok katlı plaza ve rezidansların ürkütücü görüntüsü ve ağlayan İstanbul’dur.
Biz bunları hep dile getirdik ama sesimizi pek duyan yoktu. Ancaak, son günlerde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’daki bir toplantıda bu konuda söyledikleri, konunun artık görmezden gelinemeyeceğini gösteriyor.
İstanbul için bir umut mu bu, bekleyelim, göreceğiz.
Burada bitmedi yarınki yazımızda devam edelim.