​İnsan "eşref-i mahlukat", yani en gelişmiş ve şerefli canlı. Yeryüzünde görüldüğünden bu yana, insanın fizik tarafı kadar duygu ve ruh yapısı da araştırma konusu olmuştur. Bununla birlikte, bugün insanı arzu ettiğimiz düzeyde tanıdığımızı söyleyemeyiz. Nitekim her bilim dalı, insanı kendi doğruları ve araştırma yöntemleriyle ele alır.

İş dünyası, önceleri insanı üretim sürecinin sade ve sıradan bir unsuru olarak görmüştür. Ama zamanla, insanın sıradan bir üretim veya hizmet aracının çok ötesinde bir etkiye sahip olduğu anlaşılmıştır. Dolayısıyla kurumlarda insana yönelik farklı bir anlayışın geliştirilmesi gerekliliği, hatta zorunluluğu ortaya çıkmıştır.

Önceleri “zât işleri” olarak işletmelerde organize olan bölümler, sonra “personel”, son olarak da “insan kaynakları” bölümleri olarak işlevsel hâle geldi. Çalışanların, işletme ve iş hayatıyla ilişkilerine odaklanan bu işlev; günümüzde çalışanın bir insan olduğu gerçeğine yaklaşma gayretinde.

AİDİYET ÖNEMLİ

Öyle ki çalışan olarak bireyin iş ortamındaki morali, iş tatmini, iletişim ve etkileşim olanakları, kendini ifade etme imkânı gibi tamamen insani konular insan kaynakları yönetiminin ana başlıklarını oluşturmaya başladı. Ne var ki; “insani değerler” odaklı bu yoğun gündem, günümüzde insan kaynakları kavramının içine sığamamaya başlamıştır.

Bir anlamda salt maddi kaygılarla hareket eden insan kaynakları yaklaşımı, günümüzdeki insani krizle başa çıkmak için yetersiz kalmaktadır. Zira içinde bulunduğumuz haz ve hız çağında; insanın ihtiyaçları, eğilimleri, davranış biçimleri ve çalışma alışkanlıkları değişmeye başlamıştır. Benzer şekilde, kurumların da istihdam biçimlerinde ve çalışma şartlarında değişimler söz konusudur.

Dünyada yaşanan birçok sorunun temelinde insani krizin yer aldığını biliyoruz. Otokratik liderlik yönetimlerine başkaldıran kalabalıklar, insanı ıskalayan bir ideolojiyi mihenk alan devlet yapıları, aile içinde yaşanan şiddet, yeryüzünde ruh sağlığı bozulmuş insanların sayısındaki çığ gibi artış, toplumsal şiddet, küçücük işletmelerden uluslararası şirketlere kadar kurumlarda yaşanan ahlaki sorunlar ve belki de en önemlisi, kendisiyle barışı bozulmuş bireylerin artması…

Tüm bu gelişmeler; insana salt maddi yönüyle yaklaşmanın yeterli olmadığını, bunun ötesinde insanın hızla körelip zayıflayan ruh dünyasının beslenmesine olan ihtiyacın hızla arttığını haykırıyor.

İnsanın bir bütün olarak ele alınması, ruh ve duygu tarafındaki erimenin durdurulması, insani değerlerdeki aşınmanın yok edilmesi zorunludur. Bu, insanın ihmal edilmiş olan ruh tarafına yeniden yönelmeyi gerektirir. Böyle bir üst, bütüncül bakış; insanı, bütün süreçlerin vazgeçilmez kaynağı, en değerlisi ve özü olarak ele almamızı gerektirir.

“HİZMETKÂR İŞLETME” VE “HİZMETKÂR ÇALIŞAN”

Bu bakış, başkasının isteğini kendimizinkinden önce ele almayı zorlayan hizmetkâr bir kişilik ve hizmetkar bir işletme duruşunu zorunlu kılar. Günümüz insanı artık kendi iç dünyasında, ailede, iş ortamında, toplumda ve küreselleşen dünyada; kendini tanıma yolculuğunu derinleştirmeye başlamıştır. Bu yol; salt içgüdüleri tatmine odaklanan kişisel gelişim yaklaşımlarının ötesinde, başkası için yaşayabilmenin gerektirdiği insani derinliği yeniden yakalama yolculuğudur.

İnsan kaynakları bölümlerinin; işe alım, işten ayırma, sağlık, mutfak, temizlik, güvenlik, idari işler, bakım onarım gibi geleneksel maddi işlevleri gerçekleştirmesi gerekli ama yeterli değildir. İnsan kaynakları bölümlerinin asıl işlev alanı; moral, aidiyet, iletişim, kariyer, eğitim, sürdürülebilirlik, performans, teknolojiye uyum, zaman yönetimi gibi duygusal konulardaki projeler ve çalışmalar olmalıdır.

Özellikle çalışanların aidiyetlerinin gelişmesi ve sürdürülmesi konusunda yapılacak çalışmalar titizlikle düzenlenmelidir. Bu çerçevede, kurumların insan kaynakları programlarının en üst hassasiyet düzeyinde ele alınması elzemdir. Nitekim moral ve motivasyon düzeyi iyi tutulan personelin sürdürülebilir bir verimliliği sağladığı bilinmektedir. Bu arada moral ve motivasyonda asıl belirleyici olanın dış destekler değil bireyin iç motivasyonu olduğunu ve bu özellikteki personelin istihdamına öncelik verilmesi gerektiğini hatırlatmak isteriz.

Günümüzde dikkat çeken bir konu da çalışanların iş yerine karşı sorumluluklarıdır. Yaşanan kimi olaylardan, gözlemlerimizden ve özellikle medyaya yansıyan bazı örneklerden biliyoruz ki bazı çalışanlar bazı konularda iş sorumluluklarını öteleyebiliyor ya da aksatabiliyor. Özellikle eleman bulmada zorluk yaşanan sektörlerde bazı çalışan ve yöneticilerin bu durumu kullanabildikleri, ücret, yan haklar ve benzeri konularda kurumları zora düşürdükleri görülmektedir.

Çalışanların konforu ile kurumun sağladığı olanakların, çalışan haklarıyla kurum haklarının adalet temelinde ideal bir noktada buluşturulması insan kaynaklarının en ciddi ve elzem işidir. “Şirket” sözcüğünün İngilizce karşılığı olan “company” kelimesinin; Latincede birlikte anlamındaki “com” ve ekmek anlamındaki “pan-panis” köklerinden geldiği, yani şirketin asıl işlevinin “ekmeği bölüşmek” olduğu unutulmamalıdır.

Bütün bunlar, dünyada yaşanan küresel dönüşümün zorladığı insani derinliğin yeniden yakalanmasını zorunlu kılmaktadır. Bugün kendi iç dünyamızda, ailede, iş ortamında, toplumda; sade ve sıradan bir insan olarak kendi benliğimizden ziyade ruh dünyamızın derinliği ile yeniden buluşmaya, bir ve bütün olmaya, sadece kendimiz için değil başkası için de yaşamaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.