Ne garip bir dünyada yaşıyoruz!.. İnsan var zevk ve sefa içinde, dünyevi bütün zenginliklere ve maddiyata sahip, fakat ne yazık ki; zerre kader bir huzuru yok!.. İnsan var bir lokma ekmek, bir hırkayla yaşıyor, kalbinde güçlü bir imanı var, adalet duygusu var, gönül zenginliği var, huzurlu mu huzurlu.
Demek ki huzur maddiyatla ölçülmüyor; huzurun ölçüsünü manevi zenginlik olarak görmemiz gerekiyor. Huzur öyle bir kavram ki; insanın imanı ve amelinin taddırdığı ve yaşattığı büyük bir duygu ve gönül hoşluğudur.
Huzurun tek bir yönü var; o da Allah’la irtibatta olmaktır. Allah’ın huzurunda olmayan kişi huzuru bulamaz. Başka bireylerle de mutlu olamaz. Huzur bir insanın kendi içinde sulhe varması demektir. Yani nefsinin ruhu önünde, iki büklüm olarak ruhunun birliğini kabullenmesi ve tekamülün başlaması demektir. Kendi aczini ve hatalarını görebilmesi demektir. Biz bu seviyeye doğru yükselirken gittikçe huzur bularak yükseliriz ama mutmainneye gelince, yani Allah’ından emin olunca tamamen huzura erişir. Ondan sonra, ara sıra huzuru bozulsa da tekrar toparlar ve çok kısa sürer bu sıkıntılar. Onun için kendinden emin olmak güvenmek Allah’ından emin olmak ve Allah’ın huzurunda olmaya huzur denir. Huzur sonsuz rahat, emniyet bu insanda mutluluk sağlıyorsa evet mutlu olmaktır. Daimi cennetin içinde olmak demektir. Üst seviyesinde her gördüğünde, Allah’ı görüp her şeyden memnun olabilme kabiliyetine erişmek demektir; huzurun üst seviyesi de budur.
İnsanın vücudunda iki ana güç vardır. Biri aklı ve nefsi, halk edilmiş kısımları, diğeri de ruhu ve kalbi bunlar da emredilmiş olan kısımlarıdır. Kalp aslında bir et parçasından ibarettir ama üzerine Allah’ın nuru vurduğu zaman peygamberlik makamı görür vücut içinde. Felak ve Nas suresinden öğrendiğimize göre insanın nefsinin şeytanla iş birliği yapması insanda vesvese yaratır. Şeytanın aldatmalarına kulak vermeyecek bir nefis seviyesi ancak kalbe yükselmiş nefis demektir. Yani mutmainne olmuş demektir. Mutmainne olmuş nefis şeytanla iş birliği yapmaz. Mutmainneden önceki devirlerde nefsin tek başına geldiği bir makam değildir vesvese; ancak şeytanla iş birliği yaparsa geldiği yer vesvesedir. Vesveseden korunmanın tek yolu akli önerileri bırakıp, manevi olarak kalbi önerilere geçmek ve aklen Allah’ı bilmek yerine ya da kamil insanı bilmek yerine, kalben onu kabul etmekten geçer. O zaman şüphe ve vesvese insanda kalmaz.
Şimdi zül celali vel ikram adını biliyoruz, zül cemali vel ikram diye bir adı yok Allah’ın. Demek ki sıkıntı ve belalar insanı beli demeye hatırlatır.
Yani ezel aleminde yaptığımız sözü hatırlatır. Bu bakış açısından, bu dünya için çektiğimiz azap ve ıstırap diye önce değerlendirdiğimiz, sonra da lütuf olarak gördüğümüz sıkıntı ve belalar insanların tekamülünde en büyük rol oynayan etmenlerdir. Eğer had dediğimiz şey bu azaplardan uzak durmaksa bu mümkün değildir; çünkü normal yolda, daima terbiye, sıkıntı ve belayla olur. Peygamber, bu dünyada en çok sıkıntı çeken peygamber benim demekle Müslümanların bu yolda o sıkıntı ve belayı bela görmeyip bal görecek şekilde terbiye olması gerektiğine inanıyor. Peygamberimiz kızı Fatıma’ya, sen en çok ıstırap çekecek olan Müslüman kadınsın; fakat bütün Müslüman kadınlara örnek olacak seviyeye yükseleceksin, buyurması bu sebepledir. Demek ki; Allah’la irtibatı arttıran, bize Allah dedirten her tür hadise rahat kapsamına girmez ama rahatın hakikisine insanı götürür. Bu da huzurdur. Allah bir maddeye emir vermezse, o kendi normal vazifesini yapmaz. Yani mikroba emir vermezse mikrop vücutta da olsa hastalık yapmaz. Ateşe emir vermezse ateş yakmaz. Ama buradaki asıl iç mana mutmainne mertebesindeki kişiyi sıkıntı ve belalar yakmaz bilakis sıkıntı ve belalar ona gül bahçesi kesilir. Mis kokuların ortaya çıktığı gül bahçesi kesilir. Belanın ana kaynağının, geldiği kişinin Allah olduğunu bilen kişi için sevgiliden gelen her şey güzeldir. Bundan dolayı belayı gül bahçesine çevirebiliriz.
Hakiki iman sahibi kullar her ne gelirse gelsin Allah’tan bilir. Allah’tan ne gelirse gelsin, kendisi için iyi de olsa kötü de olsa, onda bir hikmet bir ibret arar. “Lütfun da hoş, kahrın da hoş” der ve vuku bulan her olaya karşı büyük bir tevekkül gösterir. Allah kulları için en iyisini, en hayırlısını, en güzelini takdir eder. Biz kullarına düşen hulusi kalb ile ona teslim olmaktır. O’na teslim olmakla endişeden, korkudan, vesveseden kurtulmak demektir. O’na kayıtsız şartsız teslim olmak huzuru bulmak demektir. Çünkü huzurun yegane kaynağı O’dur vesselam..