Bu sıralar içimden yazı yazmak pek de gelmiyor
Durum hiç de iç açıcı değil. Hayallerimizi bile hayal edemez olduk.
Bu sıralar içimden yazı yazmak pek de gelmiyor. Oldukça isteksiz bir şekilde bilgisayar başına geçiyorum ama böylesine bir duygu yoksunluğunda klavye tuşlarına dokunmaya başladığımda birden bire değiştiğimi fark ediyorum ve bir şeyler yazmaya başlayabiliyorum. Bilgisayar başına geçerken yazacak çok şeyin olduğu aklıma geliyor ve yazmaya odaklanabiliyorum. Aklımda olanları oldukça kısa bir zaman dilimine yerleştirip yazacaklarımı sıraya koymaya başlıyorum. Bu kez de öncelik sıralaması konusunda oldukça karmaşık duygular içinde olduğumu farkedip, aklımı toparlama uğraşına takılıveriyorum. Yazmak istediklerimdeki sıralama düzenine geçiyor ve biraz daha sakinleştiğimi fark ediyorum. Yazılması gerekenlerin içinden öncelikli olanları seçiyor ve yazmaya başlıyorum.
Yazıya başlarken, durum hiç de iç açıcı değil diye başlamıştım. Düşününce bu iç açıcı olmayan duruma takılı olmadan yazıya başlamaya çaba gösteriyorum. Dalgalı. başıbozuk durumda olan psikolojimi sakinleştirip yazıya başlayabilmem için gereken ortama ulaşabilmeye, ihtiyacım olan gerekli sakinliğimi dizayn etmeye çalıştım..
Kafam hala karmakarışık. O kafa karışıklığından kurtulabilmek pek de kolay olmadı. Aklıma baskı yapan, kafamı karıştıran, toplumun büyük çoğunluğunun yarattığı ve salgın halıne getirdiği güncel yaşamdaki olumsuzluklar yoğunluğunun sıkışıklığındaki sıkıntıların ortamına uyum sağlayabilmek yapabileceğim en iyi yol olacak diye düşündüm. Çünkü, nereye baksam, kimle konuşsam belirgin bir tek içeriğine hapsolmuş sohbet ortamlarının içinde buluyordum kendimi.
Var olan ve uymak zorunda kaldığımız bu yaşam düzeni, ev dışında da, o bozuk umutsuzluklar dolu bunaltıcı yaşam sarmalından pek de farklı değildi.
Sokağa çıktığında gördüklerinle yüzyüze sohbet halinde değilsinizdir ama bakışlarında sizlere bir şeyler anlatmak, yaşadıklarından küçük bir bölümünü sizinle paylaşmak istediklerini, karşılaştığınızda size baktığını görebiliyorsunuz. Birçoğu yürürken yanındaki biriyle konuşur gibi davranmaktadır. Yolda yanında konuşacak hiç kimse yokken yürürken sanki biriyle veya birilerileriyle konuşarak yürüdüğünü düşünüyorsunuz. Şu anki yaşam biçimlerinde bunları çok sık görebiliyoruz. Kim bilir belli ki ben de sokakta yürürken birçoklarına göre böyle bir görüntü veriyorumdur.
Bu hergün çoğu zaman dışarı çıkıp dolaşmak zorunda olduğunuz sokaklarda, caddelerde her an rastlayabileceğiniz bir yaşam biçimidir bu anlatmaya çalıştığım memleketimin insan manzaraları.. Bunun daha da baskıcı ve rahatsız edici olanı ise ortak paylaşım alanlarında, böylesine dizayn edilmiş dayatmacı bir yaşam biçiminin egemen olduğu ortamlardır. İşte böylesine yaşamaya mahkum edildiğiniz dayatmacı bir yaşam biçimini paylaşmak durumundasınızdır.
Toplumun bu yaşam biçimi ne kadar paylaşılır olduğu konusunda çok net bir tanımlama formatına uydurabilmek pek de kolay değil. Görünen o ki, toplumun büyük çoğunluğunun kafasının takık olduğu pek bilinemeyen çok önemli, adının kolay tanımlanamadığı bir sorunlar yumağıyla uğraştığı çok net belli. Bu sorunu, genelde tek kalıba sıkıştırdığımız tanımlamasıyla salt geçim sıkıntısının yarattığı olumsuzluklar olarak görmek pek de doğru bir yaklaşım olmaz. O durum, var olan ve kolay kolay da giderilemeyecek, adı konulamayan bir sorundur. Çözümü, düzelmesi ve ortadan kaldırılabilmesi sadece yaşayanların elinde olmayan bir durum. O nedenle bazı şeylerle yaşamaya, alışmaya çalışmak pek de sorun gidermiyor gibi. Asıl zor olan bu ortamın üzerine monte edilen çaresizliklerin, kaybolan umutların, beklentilerin iyice karanlığa görülmüşlüğe terkedilmiş olmalarıdır. Böyle yaşamaya alışmak bu durumun düzeltilmesi için pek de umut bağlanan, yaşamı kolaylaştıran bir seçenek olmaktan çoktan çıkmış gibi görünüyor.
Bazı umut bağlanan beklentilerin seçim sonrasında neler getirdiği ve neleri götürdüğü oldukça net görüldü. Sonuçlar bir süre değerlendirildi, konuşuldu. Şu anda o beklentiler şimdi yerini, başka biçimler, vaadler ve o ortamdan ortaya çıkacak yaşamı iyice zorlaştıracak tasarruf hayallerine bırakmış durumda. Şimdi gündemin manşetinde var olan, geçim sıkıntılarının yarattığı psikolojik bozulmanın nasıl giderileceğinden ziyade, iyice bozulan ekonominin durumu ve bütçe açıklarının nasıl giderileceği ve bu açıkları giderecek yolların bulunabilmesi ve uygulamaları üzerinde.
Yeni Hazine ve Maliye Bakanımız ve Yeni Merkez Bankası Başkanımız var güçleri ile bu durumu düzeltmek için çalışıyorlar. Buradan tek anlaşılan tasarruf isteklerinin öne çıkarılması gibi. Birçok kişi ile konuştum bu konuda. Ne anlayabildiklerini sordum. Sorduklarımdan hemen hemen hepsi benim anladığım kadarını anladıklarını söylediler- Bu arada bana ne anladığımı sormayın anlatabilecek kadar anlamadım- İşin en ilginç ve karamsarlık yaratan yanı ise gelişmekte olan bu durumu halka anlatabilmesi konusunda en yetkili olması gereken ekonomi uzmanlarımızın birçoğunun da bu konuda çok aydınlatıcı ve inandırıcı bir anlatım sergileyemedikleridir.
Sokakta, alışveriş merkezlerinde, açık semt pazarlarında, kısacası toplumun hareket halinde olduğu tüm ortamlarda gördüğümüz insan manzaralarından yansıyanların daha uzunca süre kolay değişmeyeceğini çok rahatlıkla söyleyebiliyorum.
Kısacası, durumumuz hiç de iç açıcı değil, hayal kurmak bile bizim için lüks oldu artık Dayan yüreğim dayanabilirsen!.