Damarlarımızdan çekilen kan misali hayatımızdan eksiliyor muhabbetin kaynağı.

Damarlarımızdan çekilen kan misali hayatımızdan eksiliyor muhabbetin kaynağı. Merhamet, insanlığı terk ediyor yavaş yavaş. Sevgi, saygı, fedakârlık, hoşgörü, huzur, güven giderek yenik düşerken; stres, kargaşa, çatışma, yolsuzluk, şiddet, vahşet dalga dalga yayılıyor modern insanın hayatında.

İnsani değerlerin özünü oluşturan merhamet eksildikçe ötekileşme, şiddet ve vahşet dolduruyor hayatımızı. Ötekinin yarasına duyarlılığımızı yitirdikçe iç barışımız bozuluyor ve kendimizden uzaklaşıyoruz. Merhametten giderek uzaklaşan dünya insanı, adeta bir insani krizin pençesinde debeleniyor.

Temel bir insani özellik olan merhamet, sıradan bir acıma hissi ve basit bir iyilik isteğinin ötesinde, bir davranış dinamiği, ufuklu bir yaşam tarzıdır. Yüce Yaratıcının insan üzerindeki en önemli izidir. Günlük hayatımızın her anına rengini veren ve onu kuşatan bir bakış açısı, bir duruş ve bir insani derinliktir. Bu boyadan nasibini almış gönüller, adeta bir renk cümbüşü halinde yaşar ve çevrelerine yayar merhameti.

Merhametten uzaklaşan insanlığın, insan olmaktan da uzaklaştığına her geçen gün yeniden ve yeniden şahit oluyoruz. Özgürlük adına zayıf toplumların zengin kaynakları için yapılan savaşlar, hızla çoğalan ötekileşmenin yol açtığı toplumsal kırılmalar, kurumlarda yaşanan insani sorunlar, özellikle aile kurumunun baş belası olan şiddet ve nihayet bireylerin iç dünyalarında yaşadıkları ruhsal sorunlar… Kalabalıkta kendini ifade etmekten uzaklaşan yalnızlar… Gürültünün içinde dinlemeyi unutan sessizler… Ve maalesef kaynağını merhametten alan gerçek mutluluk bedensel hazların sanal mutluluğuna dönüşüyor hızla.

ŞİDDETİN SEYİRCİLERİ

Evlerimizin başköşesine taşınan her şiddet karesi, genetik yatkınlığımızda yer alan merhamet hissini adeta söküp alıyor beş duyumuzdan. Önce kulaklarımız duymaz oldu merhamet dolu ninnileri. Şiddetin seyircisi olmaktan şefkatli davranışlara hasret kaldı gözlerimiz. Sonra merhametin kokusunu yitirdik. Nihayet söz dağarcığımızdan uzaklaştı merhamet. Ve artık merhamet yüklü dokunuşları hissedemez olduk.

Günümüz insanının hızla yitirdiği bu temel değer, psikoloji ve davranış bilimlerinin de önemli bir uğraş alanı olmuştur. Diğer bütün insani değerler ve özellikler gibi merhamet hissi de genetik bir yatkınlık olarak her insanda farklı düzeyde vardır. Hayatın ilk yıllarındaki deneyimler özellikle aile içindeki iletişim, merhametin hayata ve davranışlara yansımasının düzeyini belirliyor. Toplumların, insani değerler odaklı çıkmazına ilişkin araştırma sonuçları, günümüz insanının, hayatın hemen her alanında “gerçek”ten “sanal”a doğru bir dönüşümün içinde olduğuna işaret ediyor.

Araştırmalar, merhamet davranışının iki temel amacından birinin kendini tatmin, diğerinin de başkalarını tatmin olduğunu vurguluyor. İç içe görünen bu iki amaçtan kendimizi tatmin, kaynağını içgüdülerimizden, egomuzdan alır. Başkasını tatmine yönelen merhamet davranışı ise duygularımızdan ve ruhsal derinliğimizden kaynaklanır. Konuyu daha sade bir soruya indirgeyebiliriz: Yaptığımız bir iyiliğin asıl amacı, kendimizi yüceltmek, konumumuzu güçlendirmek ve sonuçta kişisel tatminimiz midir? Yoksa amaç başkasını yüceltmek, geliştirmek midir? Gerçek merhamet hissi, başkalarına iyilik üretmek, onları geliştirmek, onları kendimize tercih edebilecek olgunluğu gösterebilmektir.

Şu halde modern insanın, merhamet zenginliğini hızla yitirmesi bir yana bu insani değeri, kendi çıkarları doğrultusunda adeta kullanması yani egosantrik bir merhamet anlayışı daha da vahim bir sorundur. Davranış bilimlerinin, günümüz insanının yaşadığı bu eksen kaymasına ilişkin tespiti dikkat çekicidir. Nitekim ötekinin yarası, ötekine merhem olmak için değil kendi tatminimiz, çıkarlarımız ve şişme eğilimindeki egomuz için dikkatimizi çekiyor. Çıkarımız yoksa ötekinin yarasına duyarsızlaşıyor, yabancılaşıyoruz. Böylece merhamet kaynağından uzaklaşan bir davranış kalıbı haline geliyor. Ve kibir, enâniyet, bencillik, dünyevileşme, benmerkezci duruş şeklinde karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla başkasına rahmet ve merhamet üretmenin ve bunu davranışa dönüştürmenin en önemli engellerinden biri olarak “ben”lik takıntısından kurtulmak çok önemlidir.

RAHMETİN REHBERİ

Kaybolan gerçek medeniyetin anahtarı olan merhametin asıl kaynağı için inanç sistemimizin cevabı açıktır: Rahmet, varlığın hem sebebi hem sonucudur aslında. Bu sebepten sonuca doğru yol alan insan, âlemlerin rahmeti olan Rehberini, “komşusu açken tok yatmamanın” hassasiyetiyle yaşar, yaşamalıdır. Varlıklar âlemindeki acizliği, küçüklüğü, hiçliği ile yüz yüze gelme cesaretini gösterebilmelidir. Bunun yolu, Yaratılanı, Yaratandan dolayı hoş görme, kabullenme ve benimsemekten geçiyor. Ötekinin yarasını, kendi yaramız mesafesinde görmekle yetinmeyip bu acıyı hissetmekten söz ediyoruz. Bu sadece insanları değil, canlıyı, cansızı, çevreyi, eşyayı kısacası her şeyi gönül nazarı ile görebilmek, yaşayabilmek ve yaşatabilmektir.

Unutulmamalıdır ki merhamet, insan olmanın, insan kalmanın farkındalığına erişmenin bir sonucudur. Modern toplumunun sade, cılız, renksiz ve bir rakam olmanın ötesine geçemeyen bir “birey”i olmaktan bir “insan” olmaya yol almak merhametle mümkündür. Nitekim yücelttiğimiz “ben”imiz; yalnızlığa, kimsesizliğe, sessizliğe, renksizliğe yürüdükçe gönlümüzde başkasının yeri daralıyor. Rekabet ve başarı hırsı, bireyselliği körükleyip, merhamet pınarından fışkıran şefkati köreltiyor.

Oysaki gerçek başarı, bireyin kendisi dâhil tüm varlık alanlarına merhametle yönelmesinin sonucudur. Her şeyin karşılığının arandığı bu dünyada karşılıksız verebilmektir merhamet. Bunun içindir ki bir rahmetin eseri olan varlıklar âleminin, yegâne cevabı olması gereken merhamet, uzaklaşmamalı hayatımızdan. Ya da biz uzaklaşmayalım merhametten yani kendimizden. Yaratıcının varlıkla ilişkisinin en güçlü bağı niteliğinde olan merhamet sayesinde birey, aile, siyaset, toplum ve dünya insanı, arzu edilen sosyal barışı yakalayacaktır.