İnsanın önünde duran iki yol vardır. İyiyi, güzeli doğruyu, hidayeti ve şuurlu yaşamı temsil eden ve bizi kurtuluşa götüren yol; Sırat-ı müstakim. Diğer yol ise, kötüyü, çirkini, yanlışı, küfrü ve gafleti temsil eden delalet yoludur ki; itikatta, ibadette ve ahlakta bir sapkınlıktır.
Bu yol bizi esfelisafiline götürür. Onun için davranışlarımız ahlaki olmalıdır. İnancımızla vicdanımızla muhatabımız ne varsa onlara karşı muamelemiz adaletli ve ahlaklı olmalıdır. Her iyi duygu, düşünce ve davranış zincirleme olarak iyilikleri getirir. Her kötü duygu, düşünce ve davranış da zincirleme olarak kötülükleri getirir. Dağ, ırmak, deniz ve buzullar yerinde duruyor. Onları harekete geçiren ne yazık ki doğal dengeyi bozan insan davranışlarının bir sonucudur. Durup dururken niye buzullar erisin. Niye ırmaklar denizler taşsın sel felaketleri yaşansın. Niye depremler ve tusunamiler yaşansın!..
Sıkıntı ve belalar iki sebepten gelir. Birincisi yaptıklarımızın neticesidir, ikincisi de tekâmül etmemiz içindir. Bazen sıkıntı ve belalar hiçbir çöküntü olmadan da gelebilir çünkü; Mevlâna Hazretleri’nin dediği gibi insanı Allah’tan ayıran iki şey vardır, biri parası diğeri de sıhhatidir. Maddi şeylerin yok olması insanın Allah’la olan ilişkisini sağlayarak tekamülünü arttırır. Bazen de Kur’an-ı Kerim’de anlatıldığı gibi birçok kavimlerin başına gelen felaketler gibi Allah’ın istemediği şekilde yaşayıp, en mühimi başlarındaki Peygambere kötü muamele eden kavimler, devrin Allah’la ilişkisi olan kâmil insanları anlamayıp, onlara kötü muamele etmeleri ile alakalıdır. Kur’an bu konularda gereken ikazı kavimlere yapmaktadır.
Yurdumuzda şahit olduğumuz ve Antalya’da yaşanan büyük bir felakettir. Bu felaket zincirleme birçok sıkıntıyı da beraberinde getirecektir. Ekili alanlara su basacak, dikili meyve ve sebzeler talan olacak, seralar yıkılacak, insanlar mağdur olacak. Bununla birlikte zaman zaman deprem gibi büyük sıkıntılar da yaşanır. Mevlâna; deprem için, Peygamber gibi insanın içini dışına çıkarır diyor. Bu imtihanlar bizim hakikatimizi ortaya çıkarır ve Allah’la ilişkimizi arttırır. Bunlara önem vermek lazım. Tabii ki bu gibi afetler topluma yansıyacak. Birçok şeye, belki de tüketimde aşırıya kaçtığımız için bizi imtihan edecek. Yani almamamız gereken şeyleri almamamız gerektiğini, daha ucuz olanlarla da yaşayabileceğimizi bize öğretecek. Bu bakış açısından her felaketin arkasında bir lütuf olduğunu da bilmeliyiz.
İnsanlar çok ağaç kestiler doğaya zarar verdiler. Çevresel atıklar, naylon torbalar, plastikler ve bunların akıl almaz dönüşümü bizim etkiye tepki prensibimizle artık doğanın bizden intikam almasıyla da alakalı olabilir. O yüzden çevremizi korumayı mutlaka öğrenmeliyiz. Herkesin kendi çapında, bu anlamda öbür alemde sorguya çekileceğimize inanıyorum. Çok mal atıyoruz. Ne yazık ki; tüketim toplumu haline geldik, bunların da düzeltilmesi lazım. Ülkemizde alınan kararlara göre çevreyi koruma açısından yapılan bütün hizmetlere mali olarak katkıda olduğunu da biliyorum. Biz de kendi çapımızda kapımızın önünü temiz tutarsak, evimizi, yuvamızı korursak, temiz toplum ve temiz çevre idealinde bir hayatımız olursa çevre felaketlerinden korunaklı oluruz.
Bize düşen Peygamberin gösterdiği yoldan gitmek, Kur’an ve sünnete uymaktır. Birbirimizi ve bütün yaratılmışları Yaratandan ötürü sevmektir. Adil bir paylaşım, ahlaklı bir yaşam olduğunda açlıklar, kıtlıklar, savaşlar olmaz. Milyonlarca insan öz vatanından mülteci olarak başka topraklara sığınmaz. Doğal afetler ibret alınacak birer darbı meseldir. Hak Teala bize hidayet etsin, bizi şuurlandırsın ve bizi bütün felaketlerden korusun vesselam.