Başımızdaki dertler bitmiyor, bize rahat nefes almak yok.. Şöyle geriye doğru bir baktığımızda ve hafızamızı zorladığımızda başımızda her tür dert ve üzerimize çöken o umutsuzluklardan bir türlü kurtulamıyoruz. Yarın ne olur, yarın bizi neler bekliyor ve ne tür sürprizlerle karşılaşacağız diye hep tedirginiz.
Durumdan en çok şikayet edenler ise çoğunlukla mutfaktaki yangını en yakından hisseden kadınlarımız.
Yaşadığımız ekonomik sıkıntilar çerçevesinde, mutfağa çok daha az giren temel gıda maddeleri ve o gıda maddelerini alabilme gücünün azalması, giderek çözümsüz bir yaşam biçimi yarattı.
Var olan geçim sıkıntısı dar gelirliyi oldukça zorladı. İşsizlik, kara kara düşüncelerin olduğu bir yaşam biçimi sergilerken, günlük hale dönen temel tüketim maddelerindeki fiyat artışları tam bir çıkmaza dönüşmüştü. Dönemsel fiyat artışları, giderek periyodik hale gelen ve adına artık “fiyat ayarlaması” denen temel tüketim maddeleri zamları dar gelirliyi iyice bunalttı. Şimdi de gündemedeki dolar haylazlığı, yaşamı iyice zorlaştırdı.
Yabancı kaynaklı mallarla çepeçevre kuşatıldığımız bir ortamda özellikle dolar ve Euro’nun iyice esiri olduk. Eskiden dolar biraz arttığında piyasalarda bir rüzgardır eserdi ve bu rüzgarı bahane ederek bir çok temel tüketim maddesi “zam”lanırdı. Temel tüketim maddelerinin bir çoğu bu zam furyasından nasibini alırdı.
Şimdi o günleri arar olduk. Döviz öyle bir artış gösterdi ki, eski yaşattığı etkisini arar olduk. Son ay içinde, dolar ve Euro’daki hareket aklımızı başımızdan aldı. Türk lirası Dolar karşısında neredese yüzde yüz oranında değer kaybetti. Son bir hafta içinde ise o hızlı artış durdu ve biraz da gerileyerek belli bir seviyede seyreder duruma geldi . Yine de çok yüksek ve en kötüsü, etkisi piyasalara henüz tam olarak yansımış da değil. Çarşı, pazar da fiyatlar olarak şaşkın durumda. Toplumda beklentilerinde tam bir korku hakim. Bu dolar başımıza ne çoraplar örecek diye tedirginler.
Başımızda böylesine bir döviz şaşkınlığı varken, uzun zamandır unuttuğumuz ve 17 Ağustos’ta, aklımıza gelen 19. yılını yaşadığımız Körfez Depremi gerçeği, İstanbul’u bekleyen felaketle ilgili senaryolar, yarattığı korku ve eskiden kalan travmanın etkileri yine gündemi sarstı. Şimdi konuşulan, olacağı söylenen Marmara Depremi ve İstanbul üzerindeki etkileri. Son söylenenlere göre; olası bir Marmara Depremi’nin 7.7 civarında bir şiddeti yansıtacağı ve bu şiddetteki bir depremde, özellikle İstanbul’da 30 bine yakın vatandaşımızın hayatını kaybedebileceği verileri gündemi iyice sarstı.
Bazı şeylere alışmıştık. 17 Ağustos Körfez Depremi’nin yıldönümlerinde bu söylemler hep vardır. Bir süre gündeme gelir ama sonra, “bir dahaki yıla” diyerek o endişeler ötelenir ve bu konuda vaatlerin ötesinde hiç bir şey yapılmaz. Teknik veriler ve uzmanlar, olası bir Marmara depreminde en çok etkilenenin İstanbul olacağı gerçeğini asla unutmamamız gerektiğini her zaman vurgular ama bu konuda birşeyler yapmayız.
O kadar ki; 17 Ağustos depremi sonrasında İstanbul genelinde belirlenen ve bir yönetmelikle imara kapalı olan 400’ün üzerindeki Depremde Toplanma Alanları’nın neredeyse tamamına yakını ortada yok ve imara açılmış, o yerlerden kala kala 70-80 civarında yer kaldığı gerçeğini bile tam olarak kavrayamamışız.
İstanbul’da dağ, taş bina, olmuş. O Deprem Toplanma Alanları’nın yerini, bazı caddelerin kenarlarındaki boş alanlarda, koca binaların yanında veya sokakların başında rastladığımız küçük yeşil renkli, üzerinde “Acil Toplanma Yeri Yazan” tabelaların almış olduğunu görüyoruz.
Başımızdaki asıl bu dert var. Son dillendirilenlere göre, en çok İstanbul’u etkileyecek deprem ve tusunamı gerçeğinin şakaya gelir yanı da yok.