Bu haftanın ağırlığı kelimelerimle anlatılabilecek gibi değil ve müsaadenizle ben bu hafta kendi hikayemi paylaşmak istiyorum.

Öğretmen bir dedenin torunu, popüler gazeteci bir baba ile, sonsuz yetenekli bir annenin kızı... Konservatuar eğitimim boyunca herkes diğer kadınlar gibi babamın popülerliğinden faydalanacağımı düşünmüş olsa da ben dedem gibi başarılı bir öğretmen olmayı tercih ettim. Çocukluğum hep dedemin sağır ve dilsiz çocuklara okumayı yazmayı öğretme çabaları ile geçti. Konusu olduğunda ‘işaret dili bilmiyorum’ dediğimde herkes şaşırıyor; çünkü benim dedem işaret dili ile değil, ses tellerinin titreşimleri ile önce harfleri, sonra heceleri ve sonra konuşmayı öğretirdi öğrencilerine... Hem de kulakları hiç duymayan öğrencilerine.

Eğitim sektöründeki 6. yılıma girdim, kendi adıma bazı kararları vermek için belki de çok erken bir süreç olabilir. Hep öğretmenliğin ne kadar yüce, özel bir meslek olduğunu savundum. Büyük bir zevk ile, dedemi kendime örnek alarak elimden gelenin en iyisini, daha fazlasını yapmaya çalıştım. Ama bir gün baktım ki benim iyi niyetim de, yeteneklerim de ağır bir sömürü altında. Belki lafı dahi edilemeyecek bir konu ama yıllarımı geçirdiğim, gece gündüz demeden kendi evim gibi gördüğüm kurumumda ‘yasal cenaze iznimde’ acımı yaşayabilmek, cenazeme katılabilmek için hastane raporu almak zorunda kaldım. Ve bu süreç beni öğretmenlikten zorunlu bir işçi sınıfına geçirdi. Hala çok üzgünüm, çok kırgınım ama tam vazgeçtiğim noktada çok güzel bir kadınla tanıştım. Hem kendi hem de kalbi o kadar güzel ki kaybettiğim inancımı çok kısa sürede kazanmama sebep oldu. FMV Ayazağa Işık Okulları İlköğretim Müzik Bölüm Başkanı ve ayrıca FMV Işık okulları Sanat Koordinatörü Serap Çaldıran Ersoy. Kendisine de söyledim ama yine tekrarlamak istiyorum; keşke öğretmenlik kariyerime sizinle başlama fırsatım olsaydı Serap öğretmenim. Kaybettiğim inancımı bana yeniden kazandırdığınız ve güzel kalbiniz için çok teşekkür ederim.

Öğretmen olmak hayatın zorlukları içinde kendi duygularını, kendi sorunlarını, kendi acılarını unutup bir çocuğun mutluluğu ile mutlu olup, üzüntüsü ile üzülmektir. Öncelikle canım dedem Hüseyin Akdağ’ın Öğretmenler Günü’nü en içten dileklerimle kutlayıp ellerinden öpüyorum. Dişini tırnağına takıp öğrencilerinin mutluluğu için çabalayan öğretmen arkadaşlarım iyi ki varsınız! Daha ilkokuldan başlayıp, konservatuardan mezun oluncaya kadar ve şu anda da yüksek lisans eğitimimde bana emek harcayan bütün öğretmenlerime sonsuz teşekkür ederim. Ve teşekkürlerin en büyüğü başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk’e senin bizlere yansıttığın bu muhteşem ışığın gölgesinde çağdaş, laik, saygılı ve sevgi dolu bireyler yetiştirmek için elimden geleni yapacağım. Bütün öğretmenlerimizin bu güzel gününü en içten dileklerimle kutlarım.

Sevgi ve müzikle kalın...