Allah'ın Zat-ı İlahisini, Peygamber dâhil, hiçbir kulun bilmesi mümkün değildir.
Allah’ın Zat-ı İlahisini, Peygamber dâhil, hiçbir kulun bilmesi mümkün değildir. Çünkü o hayal edilebilen, düşünülebilen ve dünya şartlarına uyabilen hiçbir vasıfla vasıflandırılamaz. Vasıflandırılamayacağı için de O’nun zatını, özünü tanımak mümkün değildir. Mesela rüzgârı anlat dersem; rüzgârla ilgili pek çok şey anlatabilirsin, işte yapraklar kımıldıyor, deniz dalgalanıyor diyebilirsin. Fakat bunların hiç biri o rüzgârın zatı değildir; rüzgârın zatını kimse anlatamaz. Ancak rüzgarın belirtilerini, yani bize rüzgârı hatırlatan şeyleri anlatabilirsin. O halde Allah’ın Zat-i İlahisini tarif edemeyeceğimiz ve her hangi bir vasıfla vasıflandıramayacağımız için, dünyevi vasıflarla O’nu tanımamız mümkün değildir.
Allah sevgilidir, âşık olduğumuz kendisiyle dost olduğumuz kendi hakikatimizdir. Bizim parçası olduğumuz o varlık, bütünü temsil eder, parçanın bütüne ihtiyacı vardır hatta bize parça demek bile edepsizliktir. Biz parçanın aynadaki aksinden başka bir şey değiliz. Varlığımız yok, ancak O’nun varlığı ile varlık kazanıyoruz. Çünkü biz O’ndanız. Dolayısıyla o aynadaki aksin, aynaya bakana ihtiyacı olduğu gibi, aynaya bakan parçanın da bütüne ihtiyacı vardır. Allah varlığı itibariyle ihtiyaçtır, Allah sevgilidir, Allah her şeyin hakikati ve özüdür, O tapılandır, çünkü tanımadığımız, bilmediğimizdir. Tanıdığın bildiğine tapamazsın. Kuran’a muhatap olan kul; Allah’ın emirlerini yerine getirdikçe kendini tanır. Kendini tanıdıkça da Rabbini tanır.
Allah süphandır. Süphan olanın kesinlikle yaratılmışlıkla ilgisi yoktur. Çünkü süphan yaratılmaz ve yaratılmayacaktır. “İstedim ki bilineyim” dediği, isim ve sıfatlarının bütününe “Allah” diyoruz. Fakat bu Allah ismi, bu dünyaya gelmiş olan bir isim değildir. Bütün isim ve sıfatların, yaratılış öncesi hakikatlerini anlatır. Yani herkesin ayan-ı sabitesi gibi, yani bütün isim ve sıfatların Levh-i Mahfuzda birleşimi Allah ismini taşır. O bütün isimlerin birleştiği yerdir. O yüzden Allah ismi kula verilmez. Fakat Onun bu âlemdeki tecellisine “Hak” denir. Onun için kula Hak ismi verilir; Hakkı da denir, Hakkiye de denir. Hak Allah’ın isim ve sıfatlarının bu âlemdeki tecellisidir.
Allah’ın huzurunda olmak, huzurlu olmak demektir. Çünkü namazda nasıl yöneliyorsak, bütün isteklerden uzaklaşıp Allah’a yöneldiğimiz anda tam huzurdayız demektir. O zaman sonsuz huzur ve mutluluk başlar. Bunu idrak eden insan için, Allah şu soruyu soracaktır “Ben hep seninleydim, sen neredeydin?” Eğer biz O’nun hep bizimle olduğunu bilsek ve idrak etsek, bizi ne kadar sevdiğini ve bizden hiç vazgeçmediğini, devamlı O’nun huzurunda olsak, bu dünya fırsatını kaçırmamayı yeğleriz.
Aslında yukarıda, aşağıda, sağda, solda Allah her yerdedir ve bize şah damarından daha yakındır. Peygamber Efendimizin “Ben Miracı gökyüzüne doğru yaptım ama Yunus da miracı balığın karnında yaptı” demesi, hiçbir şeyin yönü olmadığını, yönün Allah’a ait olduğunu anlatır. Biz ellerimizi yukarı kaldırarak dua ederiz, O’nun yüceliğine hürmeten; O’nun her şeyin üstünde olduğunu, O’nun arşı saran, istiva eden rahmanına dua ederiz, rahmetine dua ederiz. O yüzden Allah bize yukardan bakıyor ya da Allah yukardadır kelimeleri, bize kendi haddimizi bildirmek içindir. Yoksa O mekan olarak yukarda olduğu için değildir. Mekandan kasıt Allah’ın yüceliğidir. Allah bütün mertebelerin sahibidir ve bütün yerlerin de sahibidir. Sahibi olduğu için ona herhangi biriyle sınıflandırmak günah ve yanlıştır. Yani Allah’ın bir yeri yoktur, ne sağda, ne solda, ne önde, ne arkada; her yönden de münezzehtir. Bunun gibi bir makamı da yoktur. Çünkü makam zaten Allah’ı idrak edenin halidir. Makam bizim idrak neticemizdir. O’nun halidir. O halde Allah’ın bir makamı olmadığı gibi, Allah’ın senin idrak derecene göre senin makamın olur.
Allah Celal ve Cemal ettiği zaman, birbirine zıt olan her şey Allah’ın sıfatı değildir; Allah’ın tecellilerinin şeklidir. Yani zıt olan şeyler, O’nun birliğini tam anlatmaz. Ancak O’nun tecellilerine ait olabilir. Ancak O’nda her iki zıddı birleştirdiğin zaman, kemal oluştuğu zaman, Allah’ı idrak edebilirsin. Yani sırf celal ehli, Allah’ı idrakte eksiktir. Sırf cemal ehli de idrakte eksiktir. Celal ve cemal aynı derecede tesir eden ve birleşen, o ikisini aynı şekilde idrak eden kişi için ancak kemal, Allah’ı idrak için önemli bir noktadır.