Danışmanlığını yaptığımız aile şirketinin şoförüyle iller arası yolculukta derin bir sohbete daldık.

Konu belli. Malum bu aralar düşünce masamızın üstünde ahlak konusu var. Muhatabımızın şu sözü, aslında yitirmeye başladığımız ahlakı arama yolculuğunun anahtarı gibiydi. “Ben gece, hiç kimsenin olmadığı zaman da kırmızı ışıkta duruyorum hocam. Kuralın ötesinde ışığa hürmet ediyorum, onu üzmemeye çalışıyorum…” İşte asıl yitirdiğimiz bu derinliktir. İlahi ve evrensel ahlaktan, maddi cezadan kurtulmaya dönük, sığ bir ahlak anlayışına düşüyoruz.

Kant ve Descartes gibi filozofların öncülüğünde başlayan aydınlanma çağı ve modern toplum arayışı, kuşkusuz insan ve toplumun maddi yaşamı ve refahına önemli katkılar sağlamıştır. Ancak geleneksel toplumun, hayatın merkezine yerleştirdiği yaratıcı güç ve inanç değerlerinin yerine modern toplumun aklı merkeze alması, insanı kendi hakikatinden, anlam arayışından ve ruhsal tatmini sağlayan ahlaktan uzaklaştırmıştır.

Zira toplumun ortak aklı ve psikolojik sözleşmesi olan ve Arapça yaratma (hulk) kökünden gelen ahlak, huy ve karakter anlamında olup davranışların yönünü belirleyen en temel güç konumundadır. Çoğu zaman karıştırılan Yunanca kökenli etik ise konunun düşünme, irdeleme yönünü içeren felsefi bakışı temsil eder.

Ahlakın Kaynağı

Bugün yeryüzünde yaşanan ahlaki krizi anlamamız ve hızla insanlığın sonunu hazırlayan bu temel sorunla baş etmemiz için ahlakın kaynağına yeniden yönelmemiz elzemdir. Zira bugün aklın, aklın ötesindeki varlık dünyasından uzaklaştırılması ve insanın bir tüketim aracına dönüştürülmesi, ahlaki çöküntüyle ilgili önemli eserler yazan Zijderveld’ın ifadesiyle “ahlaksız ahlak”ın hızla yükselmesini sağlamış, insanı ve insanlığı bir uçurumun kenarına sürüklemiştir. Bu, Gazali’nin yüzlerce yıl önce ahlakın özü olarak işaret ettiği “insanın kendini tanıma yolculuğu”ndan uzaklaştığının göstergesidir. Bugün dünyada fertler, aileler ve toplumlar düzeyinde yaşananlar, bunun en açık kanıtlarıdır.

Mademki ahlak eriyor o halde kaynağına inip yeniden güçlendirmemiz gerekir. Ahlakın üç temel kaynağından birincisi; doğuştan getirdiğimiz potansiyel özelliklerdir. Bunların bir kısmı atalarımızdan gelen genetik mirasın sonucu, bir kısmı ise Yaratıcı’nın, o insana has verdiği özelliklerdir. Ahlakın ikinci kaynağı aileden ve toplumdan oluşan çevremiz, üçüncü kaynağı ise aklımızdır.

Akıl; doğuştan gelen potansiyel yatkınlıklar ile çevrenin kazandırdığı özellikleri harmanlayarak kendine özel bir içsel ahlak anlayışı oluşturur. Bu, zihin ve ahlak gelişimi konusunda dünyaca ünlü Kohlberg ve Piaget’in işaret ettikleri, çocuğun psiko - sosyal gelişim sürecindeki vicdan gelişimi aşamalarında gerçekleşir. Temel sorun; külli akıldan, akli maişet düzeyine düşürdüğümüz aklımızın, “ben”imize taraf olması ve kişisel çıkarımızı her şeyin üstüne çıkarmasıdır.

Amoral

Hırsla kazanmaya ve tüketmeye odaklanan akıl düzeyi, benzer biçimde ahlakımızın mertebesini de düşürmüştür. Zira ahlakımız, bütün varlığı kucaklayan ve kaynağını ruhumuzdan alan ilahi ahlak düzeyinden cezadan kurtulmaya yönelen ahlakı maişet düzeyine düşmüştür. Böylece hayatın kendisi olan ahlak, pratik hayatta cezadan kurtulmanın aracına dönüştü. Kapitalist sistemin, iş ahlakı olarak “Burası iş dünyası” anlayışıyla öne çıkardığı ahlaksızlığın (amoral) hızla yayılması, bunun önemli bir göstergesidir.

Bilinçli bir tasarım olan bu ilahi networkte yine bilinçli bir tasarım olan insanın, temel insani değerlerin bileşkesi olan ahlaktan yani kendinden neden uzaklaştığını, temel bir insanlık sorunu olarak ele almak zorundayız. Sanal dünyanın tüm engellerine rağmen bu konuda düşünmek, zorlansak da sorular sormak ve çözümler üretmek zorundayız.

Bütün semavi ve semavi olmayan dinlerin, insanlığın temel edebi eserlerinin, anayasaların ve kanunların, dile getirdiği ortak insani değerler ve dosdoğru bir insan olma hedefinden bugün neden hızla uzaklaştığımıza kafa yormak zorundayız. Bırakın canlıları, bütün yaratılmışlara hürmet derinliğinden neden uzaklaştığımızı irdelemek durumundayız.

Kusuru başka yerlerde aramaktan önce bu konuda neler yapabileceğimize odaklanmak zorundayız. Böylece fert düzeyinde kendimize yabancılaşmayı, hakikatimizin peşine düşerek ortadan kaldırabiliriz. Ailedeki yıpranmayı, aileyi yuvaya dönüştürerek durdurabiliriz. Ve toplumdaki erimeyi de merhameti ve adaleti baş tacı yaparak yenebiliriz. .

Dinin ahlaki erimedeki rolünü, katıldığımız bir canlı yayındaki tartışmalar ışığında haftaya ele almaya çalışacağız.