İSTANBUL'DA YAŞAMANIN DERDİ BÜYÜK! (1)

Fehmi KETENCİ 18 Haz 2016

Fehmi KETENCİ
Tüm Yazıları
Anadolu'ya gittiğinizde herkesin gerçekleştirmek istediği bir hayali vardır; İstanbul'a gidebilmek. "İstanbul'un taşı, toprağı altın"dır efsane sözcüğünden hemen hemen etkilenmeyen yoktur.

Anadolu’ya gittiğinizde herkesin gerçekleştirmek istediği bir hayali vardır; İstanbul’a gidebilmek. “İstanbul’un taşı, toprağı altın”dır efsane sözcüğünden hemen hemen etkilenmeyen yoktur. İstanbul hayal kurmaya değer, Dünya’nın en büyük metropollerinden biri, büyük imparatorlukların merkezi, kültür ve tarihi zenginlikleri ile dünyanın özlem duyduğu şehirlerden biri.. İstanbul böylesine bir şehir. Tüm bu özelliklere sahip İstanbul’un gerçekten “taşı toprağı altın” mı acaba?.. Bir zamanlar öyleydi.. Sadece hayal kurulan bir şehir olmanın ötesinde, Anadolu’da tek başına ayakları üzerine durabilecek yaşa gelen her genç, yaşam savaşını sürdürebilmek,  ihtiyaç duyduğu iş ve çalışma olanaklarından nasiplenebilmek için, elindeki son imkanı kullanarak “taşı toprağı altın” dediği İstanbulu’un yolunu tutar ve öyle böylece kendine bir iş edinebilirdi..

Şimi öyle mi, tabii ki değil.. 25-30 yıl öncesinden başlayarak “taşı toprağı altın” olan güzelim İstanbul, hızla göç almaya başladı.. Yerleşik nüfusu hızla arttı ve o “taşı toprağı altın” olan İstanbul’dan eser kalmadı.. Son yıllarda en çok sözü edilen, adeta şehir efsanesi haline dönen söylenti ise, eski İstanbullular’ın hızla İstanbul’dan kaçmaya başladıklarıdır.. Özellikle Ege kıyıları bu zorunlu göçten nasibini alan en yoğun bölgeler. Başlığımızda ne demiştik; “İstanbul’da yaşamanın derdi büyük”. İstanbul kendi derdiyle uğraşmaktan burada yaşamaya çalışanlara sunacağı pek bir şeyi kalmamış gibi. Bunu neden yazdım? Evet İstanbul artık “taşı toprağı altın” olan bir il olmaktan çoktan çıktı, kendine yetemez hale geldi. Göçe dayanamaz durumda..

İstanbul; giderek dayanılmaz hale gelen, ağırlaşan ekonomik şartların yarattığı olumsuz ortamlarda, geçim sıkıntısı, işsizlik, ağırlaşan yaşam şartlarına paralel olarak, hızla, ama kontrolsüz olarak büyüyen 16 milyona yaklaşık yerleşik nüfusu, kısa süreli gelip gidenlerle 20 milyon insanın, itiş kakış yaşamaya çalıştığı, dünyadaki onlarca devletten daha büyük bir kent. İstanbul için kontrolsüz büyüyen bir kent dedik. Özellilkle son yıllarda hızla artan yapılaşma, İstanbul’un zaten dayanılacak gibi olmaktan çıkan şehir trafiğini içinden çıkılamaz hale getirdi. Bu konu artık herkesin şikayetçi olduğu çok önemli bir açmaz.. Otoyol, şehir içi anayollar ve ara yollar üzerinde yapılan büyük alanlı yapılaşma ve o yapılaşmalarda, iyice kontrolden çıkan savruk, şehir trafiğini engelleyici, sorumsuzca kullanılan yollar, yaşam şartlarıyla boğuşan İstanbul halkına eziyet veren hale geldi. İnşaatların çalışmalarını kontrol eden yok.. Yolları hiç düşünmeden kapatabiliyorlar, trafiği engelleyecek yığıntıları yollara bırakabiliyorlar ve en önemlisi; son yıllarda giderek çoğalan ve adeta trafik canavarı haline dönüşen koca cüsseli TIR boyutundaki hafriyat kamyonları İstanbullular için tam bir karabasan.. İstedikleri gibi yollarda parkedip, doldur boşalt yapabiliyorlar, inşaatlar önünde park edebiliyorlar. Daha da kötüsü bu kamyonları kullananlar otomabil kullanır gibi hız yapabiliyor, trafiği engelledikleri gibi, konvoy halinde giderken, insan yaşamını tehlikeye sokabiliyorlar, trafik kazalarına neden olabiliyorlar.

Şehir içindeki bu yapılaşmaya; metro, Avrasa Tüneli geçişi ve benzeri, trafiği rahatlatmak için yapılan tünel, raylı sistem ve benzeri hafriyat ve yol çalışmalarının yarattığı karmaşa.. Bunları kontrol eden, bunları hizaya getirecek hiç kimse yok mu?.. İstanbul bu kadar sahipsiz mi? Bu işleri yapan müteahhitlerin sorumsuzluklarına mı terkedildi koca İstanbul?.. Ve asıl önemlisi, lambası, yanmadı ve ya buna benzer şeylerle otomobillere ceza yazan trafik polisleri bu kamyonları neden denetlemez veya denetleyemez!.. Özellikle bu soruların yanıtı İstanbullu bekliyor.