Zira dünya devletleri arasındaki iş birliğinin en üst kuruluşu olan BM ve NATO gibi köklü askeri kuruluşların, AB gibi siyasi ve ekonomik birliklerin varlık nedenleri ve gelecekleri sorgulanmaya başlamıştır.
Dünya hızla yeniden şekilleniyor ve medeniyet kavramı yeniden tanımlanıyor. Dünya savaşlarından sonra da benzer durum yaşanmıştı. Tarihin akışını hızlandıran pandemi süreci, yeni dünya düzeninin ayak seslerinin güçlü biçimde hissedilmesini sağlamıştır.
Zira dünya devletleri arasındaki iş birliğinin en üst kuruluşu olan BM ve NATO gibi köklü askeri kuruluşların, AB gibi siyasi ve ekonomik birliklerin varlık nedenleri ve gelecekleri sorgulanmaya başlamıştır.
Çünkü adalet, barış, eşitlik ve iş birliği gibi temel değerleri amaçlayan birlikler, günümüz insanı ve toplumların ihtiyaçlarına cevap vermede yetersiz kalmıştır. Egemen odakların yaptırım gücüne dönüşen uluslararası birlikler, medeniyet kavramını tüketmiştir.
Maddi manevi değer ve kaynaklarıyla adeta işgal altındaki insan ve insanlığın yeni bir medeniyet anlayışına ihtiyaç duyduğu açıktır. Nitekim batı toplumunun bu konudaki ezberinin bozulduğunu, doğu toplumlarının ise yoğun bir şaşkınlık ve arayış içinde olduğunu görüyoruz.
Birey ve toplumların, özgürlükleri üzerinden tutsak edildiği, mazlumlara gelişme imkânı verilmesi bir yana temel gıda malzemelerinin dahi lüks görüldüğü, aile kurumundaki ahlakın hedef alındığı, ulus devletlere türlü oyunlarla ve aleni biçimde el koyularak yerel kültürlerinin yok edildiği, yurtlarından edilen insanların su üzerinde hayata tutunduğu botların batırıldığı, iyilerin cezalandırıldığı, kötülerin ödüllendirildiği, adaletin güçlüden yana kabul gördüğü bir dünya düzeni zaten değişmeliydi.
Dünyada hâkim olan güç dengesi de hızla eksen değiştirmektedir. Kimi batılı güçlerin arzu ettiği şekilde üretim yapmanın dışında bir yaşama alışkın olmayan bazı toplumlar, başkasına bağlı olmadan araştırmayı, kendisi için üretmeyi ve kendi geleceği için karar vermeyi öğreniyor.
Ve egemen güçlerin desteği olmadan ayakları üzerinde durmayı başaran milletler, yüzyıllara dayanan örtülü tutsaklığın hesabını sormaya başladı. İpleri egemenlerin elinde olan kimi bağımsız toplumlar, bu ipleri koparmaya başladı. Nihayet medeniyet üzerinden kurulan post modern emperyalizm sömürü düzenine başkaldırma cesaretini kendi dinamikleriyle göstermeye başlayan toplumların sesleri yükselmeye başladı.
KOYU TARAFTARLIĞI AŞMALIYIZ
Bir kısmımız kabul etmese de yahut yöntemi yanlış bulsa da Türkiye, kendi ayakları üzerinde durma mücadelesinde ses veren ve dikkat çeken milletlerdendir. Ülkemizin bu hızlı dönüşüm sürecinin neresinde olduğunu objektif olarak görmek için öncelikle koyu taraftarlığı ve takıntıları bir kenara bırakmak ve sadece içeriden değil dışarıdan da resmimizi görmek sağlıklı ve adil bir bakış açısı olacaktır.
Bin yılı aşmış devlet geleneğiyle ahlaka ve akla dayalı bir medeniyet anlayışının kurucu ve savunucu aktörlerinden olan, güzelin, merhametin ve adaletin peşinde koşan bu müstesna coğrafyanın insanları olarak tarih boyunca çok çetin mücadelelerden geçtik. Kendi içimizden ve dışarıdan bozucu etkilere maruz kaldık, kalmaya devam ediyoruz.
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde bilimsel araştırmalardan, kendine yetecek üretimden, birbirine rıza gösterecek karşılıklı iletişim anlayışından yoksun düştüğünü, düşürüldüğünü ve bu temel özelliklerinden uzaklaştığı için yıkıldığını hatırlamalıyız. Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki bu millet, coğrafyamızda oluşturulan kurtlar sofrasının içinden, dünya tarihine geçecek bir mücadele ile çıkmış ve yeniden bağımsız olmayı başarmıştır.
Geçen yüzyıl boyunca devletimizin gelişmesinin önündeki engelleri, her defasında değişen ama amacı belli olan oyunları artık biliyoruz. Türk – Kürt, Sünni – Alevi, laik – anti laik, ilerici – gerici gibi suni ayırımlarla birbirimize düştük, düşürüldük. Bugün şekil ve içerik değiştirerek yeniden sahnelenen bu oyunları durdurmak, hain planlara alet olmamak ve kendi ayaklarımızın üzerinde durmak zorundayız.
KRİZDEN GELİŞEREK ÇIKABİLİRİZ
Genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti üzerinde yaşayan; devletine, bayrağına, vatanına, hür iradesine dayanan inancına bağlı herkes, bu devletin asli ve kurucu vatandaşıdır. Aynı çekirdek aile içinde farklı görüşler, bakış açıları ve duruşlar olabilir ve bu bir zenginliktir. Ancak aile içindeki bu farklı görüşlerin her biri, aileyi kendi amacına doğru taraf olmaya zorlarsa kaybeden aile olur.
Kuşkusuz her birimizin siyasi görüşü, ırk geçmişi, dini inancı, medeniyet anlayışı farklı olabilir. Ama hepimiz aynı gemideyiz. Konu devletimiz olunca, her türlü taraftarlığımızı bir kenara bırakmak, hele ki devleti, kendi tarafımıza hizmet ettiği oranda desteklemeyi aşmak zorundayız.
Öyle bir zamandayız ki devletimizin aleyhinde olanların karşısında olmak yetmez, devletimizin yanında olmak zorundayız. Bu çerçevede bütün çalışma ve çabalarımızla Türkiye’nin ne kadar yanında olduğumuzu görme ve gösterme vaktidir.
Egemen güçlerin uğraşlarına rağmen bugün; bağımsızlığını koruyan, bölgesinde istikrarın sesi olan, sağlık, eğitim, savunma, alt yapı alanlarında ciddi mesafe alan devletimizin bize, bizim bir ve bütün olmamıza ihtiyacı vardır.
Bir ve bütün olarak bu toplumun kutsallarına uzanan küfür dilini, ekonomimize uzanan ambargoları, harikalar üreten yetişmiş beyinlerimize yönelik kısıtlamaları durdurabiliriz. Bir ve bütün olarak bilimsel araştırma, sanayi ve üretim alanındaki eksikliklerimizi hızla giderebilir, her türlü bağımlılıktan kurtularak kendimize yeter hale gelebiliriz. Böylece bugün dünyada yaşanan krizden faydalanarak, gelişerek ve güçlenerek çıkmamız mümkün olacaktır.