Dalgaların sesi, yaprakların nefesine karışmış. Sahildeki taşlar, suyun ısrarına dayanamamış ve yeni formlar kazanmış. Sürekli bir oluş halindeki varlık, zaman deryasında yol almanın, yolcu olmanın yahut yol olmanın telaşında.
Her an aktif bir üretimin içinde olan bu ilahi devridaimin efendisi insan. Ateş, hava, su ve toprak nimetlerinden alacağını almış; maden, bitki, hayvan, cin ve melek özelliklerini kendi kabınca taşıyarak insan olmaya hak kazanmış. Kâinattaki dönüşümün, başlangıcı ve sonu olan en şerefli canlısı insan. Bir yanda külli aklın temsilcisi diğer yanda aşağıların da aşağısı davranışlar sergileyebilen insan. Her şey yeryüzünde bulunma amacına hizmet ederken varlık dünyasında bulunma amacından giderek uzaklaşan insan. Varlık, üretmenin telaşındayken hızla elindeki bütün nimetleri tüketme yarışına giren insan.
Dünyamız bir tüketim yarışının girdabında. Üreten kâmil insan tarafımız giderek zayıflarken tüketen canlı tarafımız güç ve prim kazanıyor… Adım adım insan olmaktan aşağıya düşüyoruz.
Tükettikçe Var Olanlar
Geleneksel toplumda üretmek, hayatın merkezinde ve yaşamın olmazsa olmazı. Kapitalist sistemin zorladığı modern toplumda ise tüketmek, hayatın merkezine yerleşmiş durumda. Geleneksel toplumda, insanın yegâne amacı, işi, kendisini ifade şekli üretmektir. İnsanlar üretimleri üzerinden kendilerini ifade eder, konum kazanır ve ürettikçe mutlu olur. Oysaki şimdilerde insanlar, tükettikleri üzerinden kendilerini ifade ediyor. Tükettikçe konum kazanıyor ve tükettiği oranda mutlu oluyor ya da olduğunu zannediyor.
Öyle ki eskiden ailenin yağından peynirine, ekmeğinden halısına, giysisinden ayakkabısına neredeyse bütün ihtiyaçlarını kendisi üreten etkin insan modeli, bütün ihtiyaçlarını başkalarından sağlayan pasif insan modeline dönüştü. Ürettikçe var olmaktan tükettikçe var olmaya doğru yol alıyor, insan ve toplumlar.
Hayatı bir üretim alanına çevirerek gerçek yaşama sevincine kavuşan ve yaşamı hak eden insan, bugün hayatı bir tüketim alanına çevirmiş ve sanal hazların verdiği geçici mutluluklarla avunuyor.
Geleneksel toplumun ailesinde üretim üzerinden inşa edilen kimlik gelişimi, şimdilerde tüketim üzerinden bir kimlik inşasına eviriliyor. Ve dünyamız hızla üreten toplumlardan tüketen toplumlara dönüşüyor. Üretmek, idealize edilen, örnek gösterilen en değerli yaşam biçimi olmaktan hızla çıkarılıyor. Tükettikçe ideal bir hayatı olacağına inandırılan insan modeli göz kamaştıracak şekilde öne çıkarılıyor.
Bundan dolayıdır ki yeryüzü hiçbir dönemde görülmeyen bir tüketim çılgınlığına sahne oluyor. Ardı arkası kesilmeyen özel günler, reklamlar, indirim kampanyaları, sanal pazarlar ve alışveriş çılgınlığı… Hepsinin ortak amacı insanların daha fazla tüketmesi. Zira tüketimden beklenen tatmin, tersine dönmüş tükettikçe artan tatminsizlik, yeniden tüketmeyi körüklüyor.
İndirim kampanyası başlatan markaların kapılarında geceleyen, sabahın ilk ışıklarıyla uzun kuyruklar oluşturan ve mağazanın kapılarının açılmasıyla adeta tüketmek için saldırıya geçen, birbirlerini yaralayabilen insanların ruh halleri, tüketim çılgınlığının vardığı boyutu ortaya koyuyor. Bu alışverişlerden sonra mikrofon uzatılanların çoğunun; ‘satın aldıkları ürünlere aslında ihtiyaçları olmadığını, indirimin cazip geldiğini ve macera yaşama isteklerini’ dile getirmeleri, konunun vahametini ortaya koyar biçimdedir.
Değerlerimizi de Tüketiyoruz
Daha da vahim durum, tüketim çılgınlığının sanal ortamda daha geniş kitlelere ulaşması ve hızla yayılmasıdır. Evinde oturarak hiçbir zahmete girmeden hem de ihtiyacı yokken alışveriş yapan, tüketen ve tükettikçe sanal puanlar kazananlar; bu puanlarla yeniden alışveriş yapan ve bu kısır döngüyü hayatının bütününe sirayet ettiren insan modeli hızla çoğalıyor.
Sanal kısır döngünün hâkim olduğu günlük yaşam, doğal hayattan, değerlerden, gerçek yaşam heyecanından, temel yaşama becerilerinden uzaklaştırdığı için insanlar giderek daha mutsuz. Tüketerek var olmaya çalışan insanlar hem mutsuz hem umutsuz. Zira tüketim çılgınlığı, tüketime engel olma ihtimali olan temel insani değerlerimizi, ahlakımızı, adalet anlayışımızı, inançlarımızı ve nihayet insan olmaktan kaynaklanan ayrıcalıklarımızı da hızla tüketmeye çalışıyor. Farkında mıyız bilinmez ama tükettikçe tükeniyoruz aslında.