Birlikte, farklılıklarımızla birbirini tanıyan, anlayan, paylaşım yapan bir nesilden, sadece kendisi gibilerle oturup kalkan sade ve yozlaşmış yaşam biçimlerine evrilen hikayeyi elimden geldiğince özetlemek istedim.
Birlikte, farklılıklarımızla birbirini tanıyan, anlayan, paylaşım yapan bir nesilden, sadece kendisi gibilerle oturup kalkan sade ve yozlaşmış yaşam biçimlerine evrilen hikayeyi elimden geldiğince özetlemek istedim. Hayatın her alanında birbirini anlayamayan hatta büyük büyük yaftalarla birbirine saldıran toplum bu hale nasıl geldi düşünürken ilk önce küçük küçük dolma kalemimle notlar aldım sonra daktilomda yazmaya başladım daha da sonra bilgisayar klavyesine geçerek tamamladım. 90’ların ilk yarısına kadar çok normaldi sanki her şey. O zamana kadar mahallelerimiz ortaktı. Zengini, fakiri, yerlisi, muhaciri, göçmeni, Türkmeni, Kürdü, okumuşu, okumamışı, dindarı, dindar olmayanıyla hep birlikte aynı mahallelerde otururdu. Güzel okullara gittik hepimiz. 2. teneffüslerde aynı beslenmelerle büyüdük. Aynı düğünlerde birlikte oynadık. Aynı cenazelerde gözyaşı döktük. Aynı sokaklarda saklambaç, yakar top, istop, yedi kiremit, seksek oynayarak büyüdü çocuklarımız. Yolumuz çamur olduğunda hep birlikte kirlendi evlerimiz. Birlikte çözdük. İlk televizyonlarımızı bir araya gelerek birlikte izledik. Hatta ilk renkli televizyonlarımızda maçları bile. Hep dinledik birbirimizi. Okumuş, okumamışa, dindar, dindar olmayana, Erzurumlu Denizliliye, memur işçiye, emekli müteahhide yani kısacası hepimiz bir başka sözüm ona sınıftan insanlarla hep temas ettik. Hasbihal ettik. Yırtık çoraplarımızı Cuma namazlarında fark ettik. Bakkaldaki tavırlarımızdan ve defter kabarıklığından bildik sıkıntılarımızı. Küçülen kıyafetlerimizi hep paylaştık. Komşumuzun birkaç yaş küçük çocuklarını giydirdik. Abilerin eskilerini hep zevkle eskittik. Bakmadık nasıl giyindiğimize, birbirimizin gözlerinin içine, neşesine, iyiliğimize odaklıydık. Kim nasıl etek giydi, kim başına ne taktı ilgilenmedik ki. Tanıyorduk birbirimizi. İyi niyetlerimizi biliyorduk ve bu yeterdi. Hep tanıdık birbirimizi. Biliyorduk, dindar olmasa da iyi insandı Şevket amca merhametlidir, neşeliydi, okşardı başımızı sokakta. İki tek attıktan sonra şakalaşırdı babalarımız bazen. Hacı Fuat Amca her sabah namaza gider dönüşte gazoz ısmarlardı mahallenin çocuklarına. Severdi bizi gözlerinden belliydi. Ülkenin yarınlarısınız sizler evlatlarım derdi. Dindar olmayanlar da bilirdi hacı amcamızın gözlerindeki samimiyeti. Okumuşları görürdük. Dinlerdi herkes onları. Bilirlerdi. Söylerlerdi. Onlar gibi olmak isterdik hep. Daha çok çalışmamıza vesile olurlardı. Okumak, okumak fiili değil, uzun uzun tahsil yapmaktı büyük adam olmaktı bizim için. Tüm toplum gözümüzün önündeydi. Bakkal Ömer amca bilirdi hangimizin ayakkabısı delinmiş. Hangimiz o gün sokağa aç çıkmış. İstiklal Marşını okuyunca biz hep bir ağızdan sokakta gururlanır dayanamaz muzlu gofret(zürafalı) ısmarlardı gazozla. Bazen güreştirirdi bizi. Ata sporumuz öğrenin ki sırtınız yere gelmesin derdi. Bizim taşramız, uzun saçları ve abartılı yüzükleriyle donanmış parmaklarıyla Barış Manço’yu, farklılığını gizlemeyen Zeki Müren’i bağrına basmıştı. Farklılıklara alışık bir taşranın sanatçılara bakış açısındaki sağ duyusu ve pozitifliğini bile anlayabiliriz sanırım. Birbirimize evimizin anahtarını bırakırdık ya! Var mı bu güvenin daha ötesi bilmiyorum. Anahtar bırakırdık biz komşularımıza. Okuldan gelince komşudan alırdık bazen anahtarımızı. Anlamayı başarıyorduk birbirimizi. Birlikte olmayı, biz olmayı, farklılıklarımızı değil, ortaklıklarımızı önemsemeyi, yokluğu, varlığı, ramazanı, kurbanı, yılbaşını paylaşıyor, saygıyla yaklaşıyor, paylaşıyorduk. Komşularımız vardı arabasıyla gece yarısı saat kaç olursa olsun hastaneye götüren. Ambulansa gerek görmüyorduk ki. Yaşlılarımıza hep birlikte saygı duyuyor hep birlikte onları hoş tutuyor ve hep birlikte gidiyorduk cenazelerine. Ayrımız yoktu. Çocuklarımızı hep beraber kollamıyor muyduk? Mahallemizin abileri hepimizi korumuyorlar mıydı? Zamanla yaşamlarımıza diziler, yabancılıklar, lüksler, güvenlik kaygıları, saçmalıklarla dolu kaliteli eğitim kaygıları v.b. onlarca yapay kuruntu girdi. Ayırdık mahallelerimizi önce. Kimimiz daha iyi muhit dedik adına. Kimimiz güvenlikli site, Kimimiz kendini daha iyi anlayacağını umduğu, kendisi gibi insanlarla birlikte olmak dedi. Kimimiz lüks konut. Sonra okullarımız da ayrıldı. Zenginimiz fakir, fakirimiz zengin göremez oldu gündelik yaşamlarında. Tüm yaşam alanlarımız tektipleşti. Sıkıcı ve birbirine tıpatıp benzeyen, hayat gaileleri birebir aynı, yaşam tarzları ikiz insanlar oldu etrafımızda. Kafeler ve kahveler, ofisler, iş yerleri, fabrikalar, camiler, mescitler, lokaller, AVM’ler pazarlar derken hiç görmez olduk bizden farklıları. Her şeyimiz ayrı muhitlere gitti. Sanayiler uzaklaştı. Plazalar ayrı muhitte. Unuttuk, unutturulduk kendi kendimize. Koparıldık artık birbirimizden. Şimdilerde çok korktuğumuz başları haline geldik bir zamanların komşularıyla. Öyle unuttuk ki birbirimizi. Korkularımızı, kıskançlıklarımızı, hakir görmelerimizi, çekememezliklerimizi, kendi kibrimizi bile diğer tarafa çamur kavramlar uydurarak büyüttük. Diğer tarafı yaftalamak, onu ne kadar tanımadığımızı adeta itiraf etmek için neler uydurduk neler. DİNDAR OLMAYANA KAFİR, LAİK OLANLARA, KOMİNİST, DİNDAR OLAN YOBAZ, GERİKAFALI, ÖRÜMCEK KAFALI der olduk zamanla. Modern düşünenler BEYAZ TÜRK, demeye başladık. Sözüm ona giyim kuşamına göre kötü bulduklarımıza KIRO, VAROŞ, AMELE, iyi giyindiğini düşündüğümüz VARLIKLIYA ZENGİN ZÜPPESİ, JİKS, TİKİ der bulduk kendimizi. Eskiden bir arada her renkten bir bütündük. Şimdiyse renksiz ve paramparça böldük birbirimizi defalarca. Zenginlerimizi bile seviyelerine göre birkaç parçaya ayırdık. Okumuşlarımızı bile hangi okuldan mezun olduklarına göre darmadağın ayırdık. O kadar unuttuk, unutturulduk ki birbirimize; hiç diğer taraftan bir kişi tanımadan yetişen çocuklarımız diğer taraftan bildiklerine beyaz Türk, sosyete, hain diyebiliyorken, bir başka taraf ise koyun, çomar, cahil diyecek kadar yabancılaştık. Halbuki çok değil 30 sene önce babalarımız, amcalarımız, dedelerimiz birbirlerini ne de güzel anlıyor ve birbirlerine ne kadar güveniyorlardı. Nasıl birlik olacağız? Doğmadan önceki partiler farklı, doğduğun hastane farklı, doğum hediyen farklı, muhitin farklı, bakıcın farklı, kreşin farklı, okulun farklı, eğlencen farklı, askerlik yaptığın yer hatta şekli farklı, sevgilin farklı, düğünün farklı, iş yerin farklı, cenazen farklı. Ortak bir hikayemiz yok ki? Görmüyoruz ki birbirimizi. Temasımız yok. Bize birbirimizi başkaları anlatıyor artık. Diğer taraf terörist diyorlar inanıyoruz. Bunlar para alıyor diyorlar inanıyoruz. Bunlar sizi keser diyorlar inanıyoruz. Nasıl inanmayalım tanışmıyoruz ki artık. Nişantaşı’na ya da Sultanbeyli’ye gidildiğinde taraflarca nasıl bir yabancılık yaşandığını herkes az çok anlar. Statlar ve konser alanları stat dışında bir yerde aynı çatıda olamıyoruz ki? Orada da tribünlerimiz farklı maalesef (Normal +Protokol) Şimdi yeniden hatırlayalım neden ayırmıştık mahallelerimizi? Bizim gibi insanlarla birlikte yaşamak için mi? Konuyu bence yanlış yerden ele almışız. Artık anlıyoruz ki esas zenginlik, birlik, beraberlik bizim gibi olmayanlarla birlikte yaşayabilmekten geçiyor. Eski halimize gelmemiz belki de bir ütopya ama en azından birbirimizi sevdiğimiz, saydığımız birlikte olduğumuz günleri hatırlatmak istedim.
GÜNÜN SÖZÜ:
Birbirinize sırt çevirmeyiniz. Birbirinize kin tutmayınız. Birbirinizi kıskanmayınız. Birbirinizle dostluğunuzu kesmeyiniz. Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz.
HZ.MUHAMMED