Ferdiyet, şahsiyet demektir. İnsan kendi varlığıyla, nefsiyle bir şahsiyet olamaz. Çünkü nefsâniyet insanı şahsiyet sahibi yapmaz; benlik sahibi yani ego sahibi yapar.
Ego da tamamen şahsiyetsizlik ve esâret demektir. Hâlbuki mürşit öğrencisini hür kılar, kendine bağlamaz. Tarikat de bir insanı kendine bağlamaz, bunlar insanı Allah’a götürücü köprü vazifesi görür. Eğer mürşit insanı Allah’a götürürse, onun vücudunda Allah’tan başka bir varlık kalmaz. Mürşit, öğrencisinin nefsindeki o kıskançlık, ego, benlik, başkasına zarar verme, kibir, gurur gibi hayvanî vasıflardan kurtularak hürriyete kavuşmasını, ferdiyet sahibi olmasını sağlar. Bilakis tasavvuf yolculuğu kimliksizlik değil kimlikli olmaktır, bu terbiyeden geçmektir. Ama tabii burada mürşide ve tarîkate tapmamak hatta dine tapmamak, hepsinin götürücü olduğunu bilerek direkt Allah’a tapmanın en üst seviyesine gelmek gerekir.
Nefsi terbiye ederken her müride farklı reçete uygulanır. Çünkü Allah’ın isimleri doksan dokuz olmakla birlikte bu isimlerin sonsuz tecellisi vardır. O hâlde sende hangi isim varsa sen Allah’ı o açıdan, o kadarıyla bilirsin. Onun için insan kendi tanıdığı ismi Allah kabul ederek o isme tapar, ona yönelir. Dolayısıyla Allah’ın herkesteki tecellisi farklıdır. Şimdi isimler tecelli yönünden bu kadar farklılık gösterirse, herkesin terbiyesinin kendi ismine göre olması gerekir. Bunun için de mürşit, kişisel irşat yapar yani her bir öğrencisi için ona özel bir terbiye metodu kullanır.
Kişisel irşat şu demektir; mesela kimin zaafı neye ise o zaafla mücadele eder mürşit. Paraya zaafı olanın parayla olan ilişkisinde mücadele eder, evlada zaafı olanın evlatla ilişkisini dengeye getirmede mücadele eder. Neye aşırı düşkün ise, öğrencisini orayla imtihan eder. Zaten Allah da orayla imtihan eder kulunu. Onun için mürşit, o zaaflara dikkat çeker. “Bak, niye burayla imtihan oluyorsun? Çünkü o zaafını yenemedin.” der. İşte insan zaaflarını yenmedikçe Allah’a ulaşamaz. Bu yüzden de irşadın kişisel olması önemlidir. Mesela kişinin durumuna göre mürşit bazılarına sen az ye der, bazılarına da biraz çok ye der. Bazısına az uyu der, bazısına sen biraz daha uyu der. Yani mürşit öğrencilerini hem maddî hayat açısından hem de manevî hayat açısından ele alarak farklı irşat yöntemleri uygular. Buna göre kimine oruç tut, kimine namaz kıl, kimine evladına olan aşırı düşkünlüğünü kes, kimine de eşine olan aşırı düşkünlüğünü kes der. Evladını, eşini, işini sev ama onlara tapma diye bu yolları öğreten kişiye mürşit denir.
Avam, nefsaniyeti hâkim olan gruptur. Havas marifeti yani kalbî görüşü hâkim olan gruptur. Havasü’l-havas ise ruhu hâkim olan gruptur. İnsanın vücudunda nefsi hâkimse her şeyi nefse göre değerlendirir, aklı ve nefsiyle ön plana çıkar. Kişi, havas derecesinde olursa onda artık “keşif” oluşur ve olayları kalbinin gözüyle değerlendirmeye başlar. Böylece bu kişi marifet ehli olur. Eğer kişi havasü’l-havas düzeyine gelirse, o artık olan hadiseyi bile görmez, yalnız Allah’ı görür. O sebeple bu grup için daha özel bir terbiye gerekir yani bu seviyedeki insanları devamlı o hâlde tutacak bir terbiye lâzımdır. Havası da havasü’l-havas seviyesine gelecek kadar hâdiseleri görmeyecek, sadece Allah’ı görecek hâle getirmek gerekir. Nefsaniyet ehlini de havas olacak kadar kendi nefsinden geçirmek gerekir…
Nefsi terbiye edebilmek için en kolay yol ise Allah aşkıdır. Bunun için de Allah’ı tanımak şarttır çünkü insan tanımadığına âşık olamaz. Bu tanımayı arttırmanın yolu Allah ile ilgili ilm-i ledûn bilgisini yani tasavvuf ilmini derinlemesine öğrenmektir. Bunun da yine mürşit tarafından tâlim edilmesi lazımdır. Maddî ilim gereklidir ancak Allah’la ilgili sadece maddî ilim yetmez. İnsana Allah’ın her hadisedeki tecellisini, O’nun büyüklüğünü, yarattıklarını nasıl koruduğunu, sevdiğini idrak ettirecek ilmi göstermek ve öğretmek gerekir. Bu da keşif ile ilgili bir şeydir. Mürşit böyle bir terbiye yapar ve müridini buna göre değerlendirerek onun hürriyet ve şahsiyet kazanmasını sağlar.