Annesi ve babasının bir konuda aynı görüşte olduğunu gören çocuk, farklı düşünse de genellikle onlara uyma eğilimine girer, fikrini dile getirmez ve susar.
Çoğunluğa uyum gösterme eğilimindeyiz. Çünkü saygı görmek, bütünün parçası olmak isteriz ve dışlanmaktan çekiniriz. Dolayısıyla düşünceleri, tercihleri ve beklentilerinin sosyal çevreleri tarafından desteklenmeyeceğine inananlar suskunlaşırken desteklendiğine inananlar daha çok konuşurlar. Ve çoğunluk aynı görüşteymiş algısı doğar. Hızla gelişen bazı kitle iletişim araçları, gerçeğin değil arzu edilen görüşün toplumda yayılması ve kabul görmesi amacıyla kullanılabiliyor.
Annesi ve babasının bir konuda aynı görüşte olduğunu gören çocuk, farklı düşünse de genellikle onlara uyma eğilimine girer, fikrini dile getirmez ve susar. Yeni bir uygulama için çoğunluğun aynı görüşte olduğunu gören çalışan da iş yerine uymaya çalışır, orijinal olabilecek görüşünü dile getirmekten çekinebilir.
Arkadaş sohbetinde konuşulan konuda yalnız kalan kişi, gerçek düşüncesini dile getirmez ve susar. Benzer şekilde sosyal medyada ağırlık kazanan ya da kazanmış gibi görünen toplumsal bir konuda aykırı bir görüş dile getirme eğilimi de azdır.
Bu davranışın kökeninde iki temel gerçek vardır: Birincisi insan doğuştan çoğunluğa uyma eğilimindedir. İkincisi alıştığımız hayat dengesinin bozulacağı korkusuyla azınlık olmak yani sürüden ayrılmak istemeyiz. Böylece sosyal çevreden dışlanma ve yalnız kalma endişesiyle birey, doğru olduğuna inandığı düşüncesini ve tercihini dile getirmekten çekinir ve susar. Sanayi devriminden sonra hızla gelişen kitle iletişim araçları, toplumda belirli kanaatlerin şekillenmesi amacıyla bu durumu çok iyi kullanabiliyor. Hatta bir konuda aslında çoğunluk olanların susması, azınlık olanların giderek konuşması bile sağlanabiliyor.
AZINLIĞIN TAHAKKÜMÜ
Bu konudaki bilimsel çalışmaların öncüsü olan Elisabeth Noelle Neumann’ın, 1947’deki araştırmasıyla(1) kitle iletişim alanında geliştirdiği Suskunluk Sarmalı (Spiral of Silence) kuramı, bu durumu işaret ediyor. Alman siyaset bilimci Neumann’ın bu kuramı geliştirmesinde Nazi dönemindeki yetişme yıllarının, eşiyle kurduğu kamuoyu araştırma şirketinde yıllarca sahada çalışmasının ve siyasetçilere yaptığı danışmanlıkların etkisi vardır.
Suskunluk Sarmalı kuramı; insanların azınlık durumuna düşmemek endişesiyle düşüncelerini, tercihlerini ve isteklerini ifade edemeyerek sessiz kalmak zorunda hissetmelerinin temel nedenleriyle bu süreçte kitle iletişim araçlarının rollerini ortaya koymaya çalışmıştır. Kurama göre kitle iletişim araçları ve özellikle medya; bireyin, grubun ve toplumun görüşlerinin manipüle edilmesi, yönlendirilmesi ve şekillendirilmesinde etkili oluyor. Böylece kimi grupların bir sarmal misali susturulması kimilerinin ise daha çok konuşma cesareti bulması sağlanabiliyor. Bireyler konuşmadıkça suskunluk bir sarmal halinde yayılıyor. Hatta bazen konuşan azınlığın yüksek sesi, sessiz kalabalığı bastırabiliyor.
İnsanın çoğunluğa uyma eğilimi, tarih boyunca egemen güçler tarafından kullanılmış, ideolojik ve ticari kaygılarla hareket eden kitle iletişiminin yaygınlaşmasıyla daha etkili olmuştur. Gazete, radyo, televizyondan sonra günümüz dijital çağının internet teknolojisi ve akıllı telefonlar, insana erişmeyi ve insanı etkilemeyi çok daha kolay kılmıştır. Özellikle çevrim içi medyanın marifetiyle bir olayın, görüşün ya da tercihin aynı anda milyonlara ulaşabildiği ve insanların kolaylıkla taraf haline gelebildiğini gösteren örnekler çoktur.
Buradaki asıl önemli konu, kuramın tersinden işletilerek azınlık görüşünün, toplumsal bir eğilim ve çoğunluğun görüşü olarak öne çıkarılabilmesidir. Böylece azınlığın sessiz kalarak çoğunluğa uymasının yol açtığı yanlıştan daha büyük bir yanlış ortaya çıkıyor. Sesi çok çıkan ya da çıkarılan azınlık, sesi çıkmayan çoğunluktan daha geniş bir etki alanına sahip olabiliyor.
KİTLE İLETİŞİMİN MANİPÜLASYONU
Fransa’daki Sarı Yelekliler hareketi, bu konudaki önemli örneklerdendir. Hâkim medyanın desteğini alan küçük bir işçi grubunun görüşü, baskın düşünce olarak şekillendirildi, yoğun biçimde paylaşıldı ve o kadar dillendirildi ki çoğunluğun görüşü gibi algılanması sağlandı. Azınlık gibi hissettirilen çoğunluk, dışlanma endişesiyle susmayı tercih etti ve azınlığın görüşü toplumdaki kamuoyunun ortak kanaati olarak algılandı.
Bir ailede, işletmede ve toplumda suskunluğun, görüşünü ifade edememenin, tercihini dillendirememenin yaygınlaşması elbette büyük bir sorundur. Zira hangi konuda olursa olsun alternatif düşüncelerin yok sayılması, gelişmenin önünde önemli bir engeldir. Bilim; soruyla, karşıt görüşlerle ve tartışmayla gelişir. Ayrıca bütün semavi dinlerde, kutsal kitaplarda ve özellikle Kuran-ı Kerim’de; düşünmek, akıl etmek, sorgulamak ısrarla önerilmiştir. Böylece azınlığın düşüncelerini rahatlıkla dile getirilebilmesi, temel bir insani hak ve demokrasinin gereği olarak korunmuştur.
Asıl kritik nokta bir toplumu o toplum yapan örf, kültür, inanç sistemi gibi temel değerlerin korunmasıdır. Zira insanı asıl rahatsız eden toplumun çoğunluğunun benimsediği bu değerlerden uzaklaşma endişesidir. Asıl sorun; kitle iletişim araçlarının, tamamen insani olan bu durumu kullanarak kendi görüşlerini, ideolojilerini ticari yönelimlerini; toplumun değerleri, çoğunluğun tercihi olarak sunabilmesi ve yaygınlaştırmasıdır.
Kitle iletişim araçlarının çeşitli nedenlerle ve amaçlarla gerçeği değil kendi taraflı doğrularını dillendirmeleri konusunda bireylerin ve toplumun uyanık olması, suskunluk sarmalına girmemesi ve ısrarla gerçeğin peşinde olması gerekli ve önemlidir.
(1) Elisabeth E. Noelle-Neumann (1984). The Spiral of Silence: Public Opinion - Our Social Skin. Chicago: Chicago University.