EFSANE İSTANBUL'DA BİR GÜN
Dünkü yazımı gerçek yaşamdan bir öyküyle yazayım dedim ve hemen hemen günlük hayatımızda her sokağa çıktığımızda karşılaşabileceğimiz, toplumumuzdaki insan manzaralarından her fotoğrafa yansıyabilen derslik bir olayı anlattım..
Normal şartlarda İstanbul’da bir süre öncesine kadar, özel otomobil hem lüks hem de ayrıcalıktı. Otomobiliniz varsa, İstanbul’da kolayca her yere gidebiliyor, canınız sıkılınca arabanıza atlayarak ailenizle birlikte güzel bir gün yaşayabiliyordunuz.
Araba şehir efsanelerine göre biraz lüks bir varlıktı ama, sağ olsun bankalarımız arabaya sahip olabilmeyi oldukça rahatlattılar. Araba kredileri ile, başlangıçta istediğiniz orta fiyatta bir arabayı, az peşin vererek veya hiç peşin vermeden otomobil kredisiyle rahatlıkla alabiliyorsunuz. Ama sonrasında; “Karaman’ın koyunu sonra çıkar oyunu” deyişini o esprili durumunu yaşıyorsunuz. Kolay aldım gibi gördüğünüz o otomobil başınıza dert oluyor, taksitlerinizi ödeme konusunda yaşamadığınız zorluk kalmıyor, otomobil uğruna elde avuçtakinden de olabilirsiniz.
O nedenle İstanbul’da belli bir kesim haricinde olanlar için özel araç artık ihtiyaç olmaktan çıktı. O nedenle de İstanbul’da artık arabanıza atlayarak gönlünüzce bir yerlere gidemiyorsunuz.
Bunun iki nedeni var ki çok önemli sorunlar;
Birincisi; yakıt çok pahalı. Yeni otomobiller her ne kadar dizel olsalar da, hala benzinli bir çok özel otomobil var. Böyle bir şehir turu için yakıtla baş etmeniz çok zor. Geçtiğimiz günlerde haberlere yansıyan, Türkiye’de otomobil yakıtının fiyat serüveni inanılmazdı. Yanlış anımsamıyorsam yıllık fiyat artışı %25’in üstünde. Bu ve benzeri zorunlu tüketim maddelerinde, gıda, mutfak malzemelerindeki yıllık fiyat artışları da zaman zaman bunun çok üzerinde. Söylenenlere göre ülkemizdeki enflasyon hala yüzde 9-9,5 civarlarında.
İkincisi ise; trafik sorunu. İstanbul’da özel arabanızla bir yerlere gidip kafanıza göre bir gün geçirebilmeniz iyice zorlaştı. Trafik o kadar dayanılmaz haldeki, bazen arabanızı orada bırakıp kaçasınız gelir. Gece herhangi bir yerde eğlenceye gidemezsiniz, otopark sorunu diz boyu.
Ben bir gece, Boğaz’da bir arkadaşımla buluşacaktım, gece buluşacağımız yere gittim. Doğal olarak o meşhur park edenlerden birine arabamı teslim ettim. Bir kaç saat oturduk, yemek yedik, gecenin sonunda o malum otopark görevlisinden arabamı istedim.. Durum biraz gecikti, bir şey var anlamıştım. Geldiğinde; “ağabey senin arabanın sağ iki lastiği patlak”.
Daha sonra olanları anlatmak istemiyorum. İş karakola kadar gitti. Gecem mahvoldu. Ertesi gün halloldu ama, bir de bana sorun.
Sokaklardaki otopark sorunu İspark ile çözüldü gibi ama yine de bir çok yerde hala bu tür sorunlar yaşamak mümkün. O nedenledir ki yaklaşık sekiz aydır arabamı otoparktan çıkarıp şöyle gönlümce İstanbul’da bir yerlere gidemedim.. Bu arada iki yıldır; “İstanbul’da Bir Pazar Günü” adını verdiğim semt özelliklerini, orada olduğum sırada sosyal yaşamdan kesitleri ve oranın öykülerini anlatan bir araştırma kitabım da yarıda kaldı. Arabayla gidemediğim için, doğal olarak, İstanbul’da gönlümce dolaşamıyorum. O nedenle de kitabın yarısını tamamlayabildim. Toplu taşmayı kullanarak bazı yerlere gidemiyorsunuz tabii ki.
İstanbul böyle bir yer oldu işte. İstediğinizi yapabilmek için bazen sizin şartlarınız İstanbul’da gönlünüzce dolaşmaya, bazen de İstanbul’un şartları size uymayabiliyor. Anadolu’dan bakılınca İstanbul; eğlencesi, güzellikleriyle, çalışma ve iş bulma olanaklarıyla tam bir rüya şehir gibi ama, içinde yaşayanlar için pek de öyle değil.
Evet; güzel İstanbul’u ne kadar bozmak istesek de hala tam olarak bozamadık. Hala çok güzel ve her semtinde farklı, otantik bir yaşam var.
Tabii ki yaşamasını bilene göre.