İSTANBUL'UN HUYU DEĞİŞTİ! (2)
İstanbul’u yaklaşık on gün arayla ikinci kez allak bullak eden fırtına ve sağanak yağışlar ve son zamanlarda moda haline gelen yumurta büyüklüğündeki dolu yağışları artık bizi sık sık ziyaret edecek gibi görünüyor.
İki hafta önceki yağışlar, İstanbul’un tüm bölgelerin yaklaşık aynı şiddette etkilerken, bu kez bazı bölgeleri çok daha fazla vurdu. Gece bir anda kara bulutların çift yönlü olarak hızlı hareketleri sonrasında gökyüzü karardıkça karardı. Ve ardından; yeri göğü inleten şiddetli fırtına şeklindeki rüzgarla karışık yoğun gök gürültüsü, bombadan daha şiddetle patlayan, şimşeklerle birlikte göz gözü görmeyen bir sağanak, bir çok bölgede yumurta büyüklüğünde dolu yağışı. Evin penceresinden olanı biteni izlemek bazen keyif gibi gelse de bu kez öylesine bir afet vardı ki, pencerelere yaklaşmak ne mümkündü.
İstanbul’da, benim oturduğum Bakırköy’de sokakta fırtına ve doluya yakalananların çaresizliği, inanılmaz bir manzarayı yansıtırken, evlerinde pencerelerin olabildiğince uzağında dışarıyı izlemeye çalışanların endişeli bakışları, bir korku travmasını yansıtıyordu.
Bu sırada internete yansıyan görüntüler ise inanılmazdı. Bazı bölgelerdeki alt geçitler, bir anda, toplu taşınma araçlarının boyuna kadar ulaşan göllere dönüştü. Bu araçlar içinde olanlar kendilerini kurtarmak için araçların üstüne çıkıp kurtarılmayı beklediğini gösteren görüntüler. Aksaray alt geçidinde araçlarında mahsur kalanları kurtarmak için bulabildiği zodyak botla yardıma koşanlar.
Bazı sokak ile caddelerde seller ve görüntüsü güzel ama düşündürücü aynı zamanda ürkütücü bir şelaleye dönüşen seller ve gölleşen caddeler.
Allah’tan fırtına çok uzun sürmedi en fazla 33-35 dakika kadar süren bu afet, yapacağını yaptı. Huyu değişen İstanbul eziyetin katmerlisini yaşadı bir kez daha.
Yaşananları ve yaşanacakları, İstanbul’u iyi bilen ve tanıyan, endişelerini ve çarpık kentleşmenin tehlikesini her zaman dile getiren Kent Bilimci Prof Dr. Ahmet Refik Alp şöyle anlatıyor;
“...1950'lerden sonra başlayan ‘kırdan kente göç‘ furyası ile İstanbul’un nüfusu logaritmik artmış, çarpık ve çürük, kanserli yapılaşma güzelim kenti dört bir tarafından kuşaklamıştı. Son 10-15 yıldır ise her boş alana ayrıcalıklı imar izni veren İdareler tarafından İstanbul bir kez daha içten katledildi. Hafriyat kamyonları yolları terörize ederken yağmuru emecek toprak yüzeyi neredeyse kalmadı. İstanbul sanki Marmara’ya aktı. Manzara acıklı idi. Projem, iftihar vesilemiz Avrasya Tüneli yine bir süre kapandı, kentin kuzeyinin de giderek kaybolan yeşil alanları ve betonlaşmasıyla İstanbul korku şehri olma yolunda...”
“...İstanbul’da projelerin bir kısmı yanlış yerlere yapılınca, kalan son ekolojik denge unsurumuz kuzey ormanlarımız 3. Köprü, 3. Havalimanı ve bunların getireceği betonlaşma ile oldukça yoğun risk altındadır...”
Ve devam etmiş; “...Sorumlu “Süper Hücre” imiş. Olabilir, O zaman bizde “Süper Yöneticiler” getirmek durumundayız. Büyüklerimizin de söylediği gibi, mevcut yöneticilerimizin yorulduğunu düşünüyorum.”
Ve son afet de, özellikle dile getirilmeye başlayan ve neden olarak gösterilen “süper hücre” meselesi de var tabi.
Kandilli Rasathanesi Meteoroloji Laboratuvarı Başkanı Adil Tek, yağışlara kuzeyden gelen serin hava ve yüksek deniz suyu sıcaklıklarının birleşmesi sonucu oluşan “süper hücre” diye adlandırılan yapıların neden olduğunu açıkladı.
Anlaşılan o ki, İstanbul bu sistemin eziyetini daha çok çekecek.
İşi sistem sorununa bağlamak tamam da, İstanbul’un can damarı olan yeşil alanların, suyu emen toprak alanların tamamen yok olmasına engel olalım.
İstanbul; 400 civarında şırıl şırıl akan ufak tefek dereleri ve çok büyük yeşil alanları olan çok özel bir kent. Bunu asla unutmayalım.