İstanbul
Parçalı az bulutlu
14°
Ara

OPERASYONDA DA OLACAĞIZ MASADA DA!

YAYINLAMA:

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Türkiye Musul’a giremez” diyenlere “açın Misak-i Milli’yi okuyun” diye sesleniyordu pazartesi günü yaptığı konuşmada. Çok net bir mesajdı aslında. Birkaç hafta önce Erdoğan’ın Lozan çıkışını da hatırlayınca taşlar iyiden iyiye yerine oturuyordu. Her ne kadar Lozan’da İsmet Paşa önderliğindeki heyet Musul’u İngilizlere bırakmış olsa da bizim için bu şehrin tarihsel bağları yüzyılları aşıyordu ve anlaşmalarla ölçülecek boyutta da değildi.

Yine birkaç gün önce tarihin cilvesinden olacak ki Lozan’da Suriye toplantısı yapıldı ve hiçbir sonuç alınamadan muhataplar ülkelerine geri döndü. Yapılan açıklamada üzerinde konsensüs sağlanan konunun Suriye’nin toprak bütünlüğü olduğu ifade ediliyordu. Açıkçası bu noktada Türkiye’den başka gayret gösteren ülkenin olmadığı ayan beyan ortadayken birileri yalan söylemeye hala devam ediyordu.

Sanki bilinmiyor mu ABD’nin Suriye’yi üçe bölmek istediği? Irak’ı nasıl parçaladılarsa Suriye’yi de bütün bırakmayacakları geleneksel politikalarına ne derece aykırı? Zira beslendikleri nokta tam da burası. Kendi laboratuvarlarında ürettikleri terör örgütlerini destekledikleri başka terör örgütleriyle bitirmenin kirli hesabı içine girişmişler bir de üstüne ilgilerinin olmadığı yerleri işgal ederek bir dizi kolonyal politikalarının hesabını görmekten ziyade ne yaptılar bugüne kadar?

En basitinden Afganistan işte. 11 Eylül saldırılarını bahane ederek Afganistan’ı işgal eden ABD değil miydi? Şimdi DAEŞ’i bahane ederek gerek Suriye’de gerekse Irak’ta oyunlar oynayan da aynı ABD. Ürettikleri DAEŞ’i bitirme bahanesiyle Suriye’ye müdahalelerini “meşrulaştıran”, bununla kalmayıp DAEŞ’le mücadele altında bir diğer terör örgütü PYD’yi de “meşrulaştırmayı” amaç edinen hatta silah temini sağlayan bir ülke var karşımızda. DAEŞ’in çekildiği yerlere PYD’nin geçerek sınırımızda terör koridoru oluşturmak istediklerini artık sağır sultan bile biliyor. Sadece bu da değil, bunu gerçekleştirdikten sonra Suriye’yi Türkiye’ye taşıma planları da su yüzüne çıkmış başka bir gerçek. Meselenin kısa özeti PYD ile DAEŞ’in birbirini besleyen iki terör örgütü olduğu ve aynı yerden kumanda edildiği gerçeği.

Peki Türkiye tüm bunlar karşısında ne yaptı? 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminden tam altı hafta sonra Cerablus operasyonunu başlatarak sınır bölgesini terör koridorundan arındırdı. Senelerce koca ülkelerin yapamadığını o kadar badire atlatmış bir ülke olarak biz yaptık ve aslında DAEŞ’in koca bir balondan ibaret olduğunu net bir şekilde dünya aleme gösterdik. İşte en sonunda Mercidabık Savaşı’nın başladığı gün Cerablus operasyonunu başlatmıştık şimdi ise Mercidabık Savaşı’nın yapıldığı yer olan Dabık Köyü’nü terör unsurlarından temizledik. Bu az buz bir şey değil. Sadece terör unsurlarından temizlemiyoruz aynı zamanda birilerinin oyunlarını da bozuyoruz, bunun üstüne bir de oyunlar kuruyoruz. Bağımsız bir aktör olarak sahada biz de varız diyoruz.

Onun içindir ki önceki gün başlayan Musul operasyonundan Türkiye’yi uzak tutmak istiyorlar. Irak’ın kukla başbakanı İbadi’yi Başika’daki Türk askerleri rahatsız ederken nedense Irak’ta 63 ülkeden binlerce asker rahatsız etmiyor. Yahut her şeyi bırakıp DAEŞ’in bir günde nasıl Musul’a verildiği ortadayken, Irak ordusunun bu durum karşısında madara olması daha dün gibi aklımızdayken İbadi kuklası olduğu İran’a nüfuz alanı açmak için gereken her türlü imkânı sağlıyor, hepsini kumanda eden ABD’nin güdümünden bir milim ayrılmıyor.

Musul operasyonuna kimler katılıyor peki? Irak ordusu, peşmerge, Şii milis güç Haşdi Şadi, Sünni milis güç Ninova bekçileri ve Saddam rejimine bağlı askerlerin kurduğu Nakşibendi ordusu. Türkiye’yi geri planda tutmak isterken Musul’un demografik yapısını değiştirmekten başka bir niyetleri de yok. Öyle ki operasyona katılan Şii güçlerle de Musul’da mezhep savaşı çıkartarak meselenin DAEŞ’i bitirmek olmadığını tekrar gözler önüne seriyorlar. Zira DAEŞ için kaçış koridoru bile oluşturuyorlar. DAEŞ’i Suriye’ye sürerek orada konuşlandırmak istedikleri de oyunlarının bir parçası.

Açık konuşmak gerekirse, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da dediği gibi operasyonda da olacağız, masada da olacağız. Çünkü konu direkt olarak bizimle alakalı. Sınırımızda yaşanan gelişmelerin bizzat muhatabı biziz. Hiç alakası olmayanların dert ettiğinden daha çok derdimiz ve hakkımız var. Tüm bunları bilmiyor değiller, sadece niyetleri başka. Türkiye’nin yüzyılları aşkındır medeniyet kodları ve tarihsel bağları olan Musul’la ve İslam coğrafyasıyla tüm ilişkisini kesmek, sonunda da Türkiye’nin sınırını tehlikeye atmak istiyorlar. Gözden kaçan bir gerçek var ki Suriye’de nasıl terör koridoru oluşturmak istedilerse Irak’taki sınırımızda da PKK’yla aynı tehlikeyi yaratmak istiyorlar. Türkiye’yi Musul’dan uzak tutmak istemelerinin altında yatan gerçeklerden biri de bu. Ama artık bazı şeyler için çok geç. Türkiye’siz bir çözüm gerçekleşemeyeceğini bilseler de çözümsüzlük hususunda süreyi ne kadar uzatsak kâr diye düşünüyorlar ama Türkiye’nin Cerablus operasyonunda kazanmış olduğu başarıları tekrar kazanmasından da deli gibi korkuyorlar.

Bundan sonrası ne olur bilinmez. Emin olduğumuz bir gerçek var ki oynanan her türlü oyunun farkındayız ve bunları da haykırmaktan geri durmuyoruz. Bundan sonrası için de geri durmayacağız. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da dediği gibi; “ne yaparlarsa yapsınlar, bin yıldır yürüdüğümüz bu yoldan bizi asla geri döndüremeyecekler”

***

Kültür devriminde neden geri kaldık?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, cumartesi günü Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi’nin akademik yıl açılış töreninde konuşurken önemli bir konuya parmak bastı. O da, “kültür devrimine ihtiyacımız var” cümlesiydi.

Ertesi gün basını tararken bu cümleye ne bir yazarın ne de gazetemiz YeniBirlik’in dışında bir gazetenin ilgi gösterdiğini gördüm. Tek YeniBirlik bu cümleyi birinci sayfadan vermişti ve aslında çok da önemli olan bir meseleye dikkat çekmişti.

Bir de pazartesi günü Milat yazarı Ufuk Coşkun bu konuya köşesinde değindi. Haklı olarak isyan ediyordu ve muhafazakârların 16 senede bu kültür devrimi noktasında neden bir şey yapmadığını sorguluyordu. Hani popülarite için bahsedilen ve içi doldurulamayan şu “kültürel iktidar” meselesinde neden sınıfta kaldığımızı sorularla ve anekdotlarla çok iyi anlatmıştı Coşkun.

Sahi AK Parti’nin iktidara gelişinden bu yana tam 14 sene geçmişken kültür devrimi noktasında neden sınıfta kaldık? Neden bu noktada hala yokuz? Şiddetle ihtiyacımız olan bu reform meselesindeki gayretsizliğimiz ve ilgisizliğimiz nereden geliyor?

Cemil Meriç Ödülleri, Necip Fazıl ödülleri düzenliyoruz her sene, kabul ama çıkıp da bir kişi sormuyor mu “neden bir Cemil Meriç daha çıkaramadık, neden bir Necip Fazıl’ımız daha olmadı, olmuyor mu?” diye. Necip Fazıl’ın üstüne bir şey koyamadan, bir şey üretemeden, anca yazıları derleyip toparlayıp her ay en iyi bildiğimiz iş olan dergi çıkarmak dışında ne yaptık şimdiye dek?

İşin açıkçası, eğri oturalım doğru konuşalım, bu noktada yokuz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın haklı olarak bu mevzuyu dillendirmesi de buradan geliyor. Bu toplumun bir kültür devrimine ihtiyacı olduğunu söylüyor Erdoğan. Ve artık memlekette sanki her şeyi o yapmak zorundaymış gibi bu hususu da o yapacak değil. Hep birlikte bu devrimi yapmak, bu reformu yapmak zorundayız.

Karşı taraf bu meselede her geçen gün üstüne koyarken hala daha bir Necip Fazıl bir Cemil Meriç çıkaramamamız bizim ayıbımız. Hele de bu noktada toplumun gerisinde kalmak ve en kötüsü toplumun taleplerine cevap verememek ayıptan da öte.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *