DİASPORİK İMGELER VE SEVMEK ZAMANI
Adada ustasıyla birlikte boyacılık yapan bir adam, köşkün birinin badana işlerini yapar. Bu iş esnasında duvarda bir kadının resmini görür. Resimle arasında marazi bir ilişki başlar. Resmin aslı bir gün gelir, resmine hayran hayran bakan bu zavallıyı görür. Kendisine aşık olduğunu zanneder. Oysa gerçeklik duygusu zedelenmiş boyacı, oradaki kişiye değil resmine sevdalanmıştır. Suret, aslın yerine geçmiştir. Sevmek Zamanı isimli filmden bahsediyoruz. 1965, siyah-beyaz, Metin Erksan. 50 yaşını aşmış bir film. Kült film statüsüne ulaşmış bir sinema eseri. Birçok kişinin izlerken sıkılabileceği ama aslında hayatlarımızdan parçalar içeren bir eser. Temposu yavaş, izleği güçlü.
Hayatımızla ne alakası var diye soracak olursanız açıklamaya çalışayım. Ama önce biraz diasporaya yolculuk edelim. Diaspora, eski Yunan’da metropolisten yani anakentten çıkan ve dünyanın farklı yerlerinde koloniler kuran topluluk anlamına gelirmiş. Diasporanın yanında götürdüğü en önemli şey hafızadır. Bu hafıza sayesinde varlığını sürdürür. Ama hafıza dediğimiz şey diri kalmak için kendini sürekli yenileyerek değiştirir. Mesela Ermeni diasporası, kendi gerçekliğini zaman içinde yeniden üretir. O hal öyle bir kıvama gelir ki, dönülecek yurdun kendisi değil imgesi anlam taşımaya başlar. Ermeni diasporası örneğinde yeni, uzlaşmacı bir gelecek arayanlar ihanetin göbeğine düşmüş gafillerdir. Metropoliste kalanların ise konuşmaya zaten hakkı yoktur. Sevilen, anayurt değil imgesidir. Tıpkı Sevmek Zamanı’nda olduğu gibi.
İlk örneği Ermenilerden vermemiz yanıltmasın. Hemen hemen tüm diasporalar için durum böyledir. Diaspora hali arızi bir durumdan, yani gelip geçici bir halden kalıcı bir kimliğe dönüşür. Türkiye’den ekonomik gerekçelerle uzaklaşıp diasporik özellikler üreten topluluklardan bazıları, bu sevgiyi aşkın bir hale getirip anayurt düşmanlığına bile dönüştürebiliyorlar. Alman parlamentosundaki Türk kökenli milletvekillerini bu kapsamda sayabiliriz. Onlar için muhayyel bir Türkiye var ve ancak onu sevebilirler. Filistin örneğinde de durum farklı değil. Türkiye ve İsrail arasındaki son anlaşma sonrasında gösterilen farklı tepkiler Gazze’nin kendisine değil imgesine gösterilen sevginin bir tezahürü olarak algılanabilir. Elbette herkesin anlaşmayı sevinçle karşılaması mümkün değil. Hele mağduriyetin öznesi olanların konuşmaya, acılarını, incinmişliklerini ifade etmeye hakları var. Ancak tüm tepkileri ortaya koyarken, savunduğumuz şeyin hakikatin kendisi mi yoksa sureti mi olduğunu bir defa daha düşünmemiz gerekir.
Günümüzle irtibat kuramayan geçmiş zaman içinde dimağları zehirlemeye devam eder. Bu, güncelin peşine sımsıkı yapışıp değerlerini unutmak kadar tehlikeli bir haldir. Suret, gerçeğiyle yer değiştirdiğinde bize anlam ifade etmiyorsa içinde bulunduğumuz hal pek sağlıklı olmasa gerek. Bunun için diasporik imgeler yerine hayatın kendi gerçeklerine bakmamız ve geleceği geçmişin bir kopyası olarak görmememiz gerekiyor. Bu nasıl mı mümkün olacak? İki kulak ve bir ağzımızın olduğunu hatırlayarak. Daha çok dinleyerek...