Yeni Birlik Gazetesi
İstanbul
Hafif yağmur
16°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
ANKARA
00:00:00
Sahur vaktine kalan
İSTANBUL
00:00:00
Sahur vaktine kalan
Ara

Zor yıllar

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

İnsanların, toplumların ve devletlerin zor dönemleri vardır, elbette. Osmanlı Devleti’nin büyük bir Cihan Devleti olarak parçalanması, sınırsız toprakların sahipsiz kalması, zulüm ve sömürü düzenlerinin dünyayı istila etmesine sebep olmuştur. Bu, bizim medeniyetimiz açısından zor yıllardır. Elimizde yalnızca Anadolu topraklarının kalması, savaş yıllarının getirdiği zorluklarla birlikte, bu zorlukları kısa sürede atlatmak pek de mümkün olmamıştır.
Zor yılları ve dönemleri aşabilmek için önemli kararlar alabilecek, feraset sahibi yöneticilere, devlet başkanlarına ihtiyaç vardır. Anadolu, son yüzyılda sürekli debelenmiş, muktedir olabilecek adımları atmakta yetersiz kalmış, darbeler üstüne darbelerle halkın hafızası bir türlü bunalımdan, karanlıktan aydınlığa çıkmamıştır. Tarihe, coğrafyaya, kültüre, dine ve dile bakışta eksiklikler söz konusu olmuş; ilim ve irfan ehli ya yok edilmiştir ya da yok sayılmıştır. Teknolojiden sanata, edebiyattan şiire, ekonomiden kültüre kadar yönelimler, fasıkların, müşriklerin ve müfsitlerin tarafına kaymıştır. İşte bu yüzden, kendini bulma, kendine gelme ve köklerine dönme konusunda gecikmeler yaşanmıştır.

Zorlukların hikâyesi: "Zor Yıllar" romanı

“Zor Yıllar”, Charles Dickens’ın romanıdır. Orta halli bir ailenin çocuğunun hayatını konu edinir Dickens. Mali sıkıntılar nedeniyle okuldan ayrılarak fabrikada çalışmak zorunda kalan bir çocuğun hikâyesidir bu. Hayatını değiştiren kurgularla roman, okuyucuya dokunmaya başlar. “Zor Yıllar” çocuğun hayata bakışını, duruşunu, direnişini ve sanata, kitaba, okumaya olan düşkünlüğünü gözler önüne serer. Zorluklar, kişilikleri değiştirir; imkânsız günlerin geçim sıkıntıları, insanı farklı bir noktaya taşır. Romanı ilk okuduğumda, kendi hayat
hikâyemi bulmuş, acıların, yalnızlıkların ve yoklukların bana çıkış yollarını gösterdiğini görmüştüm. Dickens’ın romanında söz edilen zorluklar, insanı pişirir ve hayatta daha dinamik bir duruşa hazırladığı söylenebilir. Victoria dönemi İngiltere’sinin en büyük yazarlarından olan Charles Dickens, sanayi devrimi sırasında geniş kitlelerin çektiği acıları ve yoksullukları cesurca, olduğu gibi anlatmasıyla dikkat çeker. Bu gerçekçi üslubu, onun gerçekçi bir yazar olarak tanınmasına yol açmıştır. “Zor Yıllar”, yazarın önceki eserlerinden daha sert, daha açık ve net bir anlatıma sahiptir. Mizahi anlatım terk edilmiştir, çünkü zorluklar karamsarlığı ve umutsuzluğu da beraberinde getirmiştir.


Geçmiş ve hafıza

Geçmiş, elbette unutulmaz; unutmak isteseniz de unutamazsınız. Geçmiş, içimizde sürekli büyüyen, şekil alan bir varlıktır. Bizi biz yapan, yaşadıklarımız ve dünle olan bağlarımızdır. Annelerimiz ve babalarımız bizi büyütüp beslediler. Çok büyük emekler verdiler ve bizi bugüne getirdiler. Ancak onlar yaşlandılar ve bir gün aramızdan ayrıldılar. Bizler de bir gün yaşlanacak, bu dünyayı terk edip asli vatanımıza döneceğiz. Yaptıklarımız tek tek sorulacak. O yüzden, bugün yaptığınız her eylem, her davranış, büyüklerimize, yaşlılara ilgi ve yardım, öksüzlere, yetimlere ve fakirlere yardım, ibadetlerimiz içimizdeki boşluğu doldurmalıdır.
Unutmayın, ne ekerseniz onu biçersiniz. Hayır eken hayır, şer eken şer biçer. Buğday eken buğday, darı eken darı biçer. Şimdi bir an geri yaslanıp çocukluk günlerimize gidelim: Henüz çocukluktan çıkacak yaşlardayken annem, beni eşekle buğday öğütmeye gönderirdi. Sabah gidip akşama kadar buğday öğütülürse dönerdim köye. Eğer öğütme işlemi bir sonraki güne sarkarsa, orada kalırdım. Annemin eli kolu durumunda olan ben, aynı zamanda ev işlerinde Hava ablamıza yardımcı olurdum. Hava ablam, annemiz ve babamızdan sonra evin büyüğüydü. Kırk yılı aşkın bir yokluğu içimizde büyütüyorduk şimdi.


Zor yılların hatıraları

Çaresizlik, o yaşlarda belirginleşen bir şekilde bize koşmayı, dayanmayı öğretmişti. Çiftlikte, tarlada, sürüde, her ne kadar anlamasam da, “Ben bu işi yapamam” deme şansınız yoktur. Çaresiz atlar gibi doludizgin koşmak zorundasınız. Eşeğe yüklenen odunları, sarp yollardan, uçurum kenarlarından, aşağıya doğru kıvrıla kıvrıla köye taşımak zorundasınız. Yolda biraz oyun oynamak, gevezelik etmek yoktur. Eğer gecikecek olsanız, karanlık çöker ve göz gözü görmez olur. Bir korku ve heyecan, içimizi doldurur. Gece ormanda, yamaçlarda, dağlarda her türden hayvanın ava çıktığını bilirsiniz. Çakalların ulumaları, tilkilerin çığlıkları dizlerinizi titretir. Baykuşların ötüşüyle kalbinizin atışı hızlanır, ancak korkunun ecele faydası yoktur.
Geceyle yürürsünüz. Her adımda korku yüreğinize dolar. Bazen durur, geriye dönüp bakarsınız. Korkuyu bastırmak için dudaklarınızdan dualar ve türküler dökülür. Türkü söyledikçe sesiniz yükselir; çünkü sesinizin yankısını duymamak için çaba harcarsınız. Hatta ıslık çalarsın, her adımda, korku içini sarar, bedeniniz titrer.
 

Babasızlığın acısı ve zor günler

Babamız Adana’da olduğundan evin işlerinde annemize yardım etmek bizim borcumuzdu. Ne zaman değirmene gitsem, Adana’dan, Mersin’den otobüsler geçerken, eski gazeteleri ya atarlardı ya da biz isterdik. Okunmuş gazeteler, köyde bizim için günlerce okuduğumuz kitaplara dönüşürdü. Zor ve yoksul günlerdi çocukluğumuz. O yıllarda yol yok, elektrik, telefon yoktu. Kitap, kalem, defter bulmak kolay değildi. Aş ve ekmekten başka bir şeyimiz yoktu. Şekerli suya ekmek bandırarak yemeyenler, o günleri bilmezler. Babasızlık, insanın ruhunda derin acılar bırakır. Kimsesizlik, dayanılmaz acılarla mahkûmiyet demektir.


Bir kırbaç gibi yalayıp geçiyor rüzgâr
Dövünüyorsun, sızlanıyorsun
Bir incecik yoldur biliyorsun hayat
Ah hayat, kokuşmuş bir şehre benziyorsun
Yok, karşı pencerede gördüğün suret
Ne kadar belirirse belirsin, yoksun işte
Irmak ırmak akıyor caddeler;
Sellere dönüşüyor kaldırımlar, bulvarlar
Bir ahir zamandır, sap samana, buğday yulafa karışmış
Poyraz hoyrat, keşişleme giran, ah karayel büktün belimi
Bekletme, çok yorgunum, yalvarırım tut ellerimi.
 

Rüzgârlar, estikleri yönlere göre isim alırlar. Kuzeyden esene yıldız, güneyden esene kıble, doğudan esene gündoğusu, batıdan esene günbatısı, kuzeydoğudan esene poyraz, kuzeybatıdan esene karayel, güneydoğudan esene keşişleme, güneybatıdan esene ise lodos denir. Bunu neden yazdığımı bilmiyorum. Olsun, bu da böyle olsun. Biz bunları köyde emmilerden, dayılardan, yaşlı komşularımızdan öğrendik. Rüzgârın hareketliliğinden, bulutların oynayışından hava tahmin raporunu da, yol bulmayı da, kıbleyi de biz
büyüklerimizden öğrendik. Yaşadıklarımızın boğazımızda düğümlenen her anını, işte bunlar bizim “Zor Günler”imizdi.

Yorumlar
Z
Ziyaretçi 2 gün önce
Kaleminize, yüreğinize sağlık Üstadım.Ne güzel anlatmışsınız o günleri.
BEĞENME
0
CEVAPLA
Z
Ziyaretçi 2 gün önce
Recep bey kardeşim. Bu yazı ile beni de Adana’da yaşadığım çocukluk hatıralarımı yeniden yaşamama vesile oldun. Yüreğine kalbine ve kalemine sağlık. Selam ve dua ile Allah’a emanet ol kardeşim.
BEĞENME
0
CEVAPLA