Yeni Birlik Gazetesi
İstanbul
Parçalı bulutlu
10°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
ANKARA
00:00:00
İmsak vaktine kalan
İSTANBUL
00:00:00
İmsak vaktine kalan
Ara

Tek umudumuz: Allah’ın rızasını kazanmak

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Açıkçası bu kahpe dünyadan çok umutlu olmanın bir anlamı yok. Gerek de yok zaten. Hani beni yazılarımdan bilen bilir. Her yazımı umut dolu sözlerle bitirir ve öyle kapatırdım. Evet, doğru. Kendimi yalanlayacak değilim. Umutsuz değilim ama dünyaya umut bağlamıyorum. Eskiden dünyada olduğum sürece dünya işleriyle de ilgili umutlarım vardı. Evet hatta bunun telkinini hem kendime hem de çocuklarıma yapıyordum. Eşim dahil herkese yapardım. Gençlere, öğrencilerime hedefiniz olsun, bunun için çalışın derdim. Artık demiyorum hatta diyemiyorum biliyor musunuz? Aslında bu bir trajedidir. Aslında bir insanın dünyaya dair umutlarının çalındığına dair ispattır benim bu sözlerim. 

Ters köşe 

Son zamanlarda umudumun yönü değişti diyebilirim. Umut yine var. Allah’a inanan için umutsuzluk olamaz. Maazallah bu küfre kadar gider. İnsan olgunlaştıkça acı tecrübeler yaşadıkça umudun sadece bu dünyaya ait olmadığını anlıyor. Herkes anlamasa da anlayanlar anlıyor. Yetmişini geçmiş seksenine dayanmış nice insanların bile hala bu dünyaya bel bağlayıp paralarına, mallarına sıkı sıkıya sarıldıklarını gördükçe bunun tamamen yaşla da olmadığını görüyoruz. O yüzden artık bugünün umuduna odaklanıyoruz. Bugün umutluysak mutluyuz, bu da yarın mutlu olacağız demektir. Eskiden uzun vadeli planlar yapılırdı. Sigortalı maaşlı iş hayatını 25 sene içinde garantiye alma vaadi ile ömür biterdi. Bu arada alınabilen bir ev bir araba da bu umuda dairdi. Genelde de gerçekleşirdi bu umutlar. Yani 25 sene umut biriktirmek için harcayıp sonra da yaşlılığında biriktirdiklerini bile harcayamayan insanlarla doluydu. Ama onlar şimdi gençler için üzülüyorlar. Çünkü gençler için umudun anlamı artık o 25 seneye sığdırılan bir sigortalı iş ve deniz kenarındaki balık tutan emekli değil. O günü beklemeden umutlarını bugüne harcıyorlar. Haklı olma ihtimalleri yüksek çünkü umudumuzu çalanlardan hesap soramadığımız için çözümü bu şekilde bulduklarını düşünüyorum. 

Umudumuz var elbette 

Bu dünyaya dair umutlarımızı minimize ettiğimiz sürece dünyayla ilgili şeylere üzülmüyoruz. Bu da yaşamın anlamını genişletiyor. Hayat buraya ait değil bir başka yaşama aittir. Burası imtihan dünyası. Ne yazık ki bunu da eklemeliyim son zamanlarda burası daha da fazla kötülerin mutlu, iyilerin mutsuz olduğu bir dünyaya evrildi. Benim çözümüm de işte burada devreye giriyor. Bu dünyaya bel bağlamamak, insan olmaya çalışmak yani Allah’ın rızasını kazanmak. Gerisini de düşünmemek. Bu neden böyle oldu, neden bunu böyle yaptı diye düşünmeden bu dünyaya sırt çevirmek çözümüm oldu. Umut birilerin yaşadığı zenginlik, hayat standardı, eğitim imkânı şu bu da değil. Allah benden ne kadar memnun diyerek umudumuzu Allah’ın rızasında saklamak en büyük huzur kaynağım.

 Umuduma küfrettirmem 

Allah’ın rızasını kazanma yolunda hepimizin bir mücadelesi var. Öyle ya da böyle yanlışlar da oluyor ve bu yanlışlara da göz yumacak değiliz. Herkesin bir misyonu var. Öğretmen öğrencisini uyarmak zorunda. Yargı katili yargılamak ve en doğru kararı vermek durumundadır. Aşçı en temiz en leziz, hijyenik yemeği yapmak için çaba göstermekle mükelleftir. Herkes işinin en iyisini yapmak durumundadır. İşte umudumuz da bu çaba içinde gizildir. Takdir Allah’ındır. İnsanların umutlarını çalıp sömürenlere karşı bugün bir şey yapılamıyorsa bunun vebali büyüktür. Biz de umudumuzu çalanları alkışlayacak değiliz. Umudumuzu kıranları affedin demiyorum, böyle spritüel şeylere de girmeyeceğim. Ama umuduma da küfrettirmem. O yüzden umudumu kıran ve toplumun umudunu kıran her türlü organizasyon ile de mücadele ederim. Çünkü bir milletin umudunun çalınması vatan hainliğinden farksızdır vesselam.


16 Satır 

Sorgulayın Şirin bile olsa 

Ortalık leş herkese düşmüş sermaye ama beleş. Kimsenin derdi değil ölmüş bebeler, anaların kucaklarında. Mezarlarda yer yok, insanların takati bitmiş. Sofralarda siniler doymayan nefisler. İnsan olanın içi kaldırmaz bunlar pek bir umursamaz. Gözlerine yerleşmiş bunların şeytan, ruhları kalmamış, dünyaya esir kusuyorlar yediklerini. Allah biliyor yaratmış bunlara, kat kat ateşli döşekleri. İzliyoruz, ah vah ediyoruz sonra kınıyoruz şeytanları. Acı içinde, korku içinde insan onuruna yakışmaz deyip bir ayaklanamıyoruz. Bizi de tutmuş şeytan ellerimizden, kollarımızdan. Değmez bu dünyaya bu kadar bel bağlamak değmez. Dünya da sana değmez, kalkıp ayağa kurtar ahiretini. Bizi de bağlamışlar Şirinler maskotuyla, Gargamel korkusuyla eğlendiriyorlar çocukları daha idrake varmadan. Hem de senin benim beldeme kadar girmişler, mahsuru yok bizim de soframızdalar. Bir şey değilmiş gibi gülüyoruz. Oysa çoktan ele geçirmişler. Ne yapsak anlatamıyoruz. Sokmayın bunları aramıza. Yaratılmış kahramanlarımız varken neden bu çukura düşmek tatlı bu kadar? Yazık sorgulayın biraz lütfen sorgulayın. Şirin bile olsa sorgulayın.


Artı Eksi 

Artı 

Hediyeleşmek 

İlla bir sebep gerekmiyor hediyeleşmek için. Sebepleri bizler yaratmalıyız. Bayramlar elbette güzel sebepler ama bir çocuğu sevindirmek bir kocamışı sevindirmek için sebep mi beklenir? Bir yetimi, öksüzü sevindirmek için bayram mı beklenir? Kapım çaldı ve kargodan üstelik siparişim olmamasına rağmen bir kutu geldi. Ramazan’ın verdiği rehavetle kutuyu kenara koydum sonra bakarım diye. Sonrası ise çok hoş bir sürprizle karşılaştım. Bir takipçimin yaptığı el işi süsleri çok beğenmiş bunu da sosyal medyada kendisine doğrudan belirtmiştim. Kendisi de bana göndermek istemiş adresimi almıştı ama tabi ben bunu unuttum. Kutuyu açınca bu hoş sürprizle karşılaştım. Hediye almak sevginin yollanmasıdır. Paylaşmaktır o günü güzel eğlemektir. O yüzden hediyeleşme için beklemeyin. Ben de kendisine kitabımı gönderdim. 

Eksi 

Şehirlerarası yollarda ilaç 

Hatay’dan Çukurova havalimanı arası 3 buçuk saate yakın sürüyor. Fakat uzun yolda başınız ağrıyabilir romatizmal ufak tefek de olsa rahatsızlıklarınız varsa böyle uzun oturmalı yolculuklarda ağrılarınız nüksedebilir. Yanınızda herhangi bir ağrı kesiciniz yoksa veya arkadaşlardan da bulamazsanız uzun yolculuk bir kabusa dönüşebilir. Ancak şehirlerarası bu uzun mola aralarında eczane bulunmuyor o zaman sağa sola soruyorsunuz. Şaşırabilirsiniz ancak bir dondurmacının ağrı kesici, grip gibi ilaçları sattığını keşfedebilirsiniz. Siz etrafınıza sorarken bir de şu dondurmacı kardeşe sorayım derseniz önünüzde bir çekme açılabilir ve içinden bir sürü rahatsızlığınıza göre ilaçlar çıkabilir. Ama parayla satılan ilaçlar bunlar. Eczane dışında birilerinin ilaç satması yanlış olduğu kadar satın alarak teşvik etmek de yanlış. Ama çaresizlikten yararlana böyle bir durum varsa birilerinin dediği gibi buna ticari zekâ dememeliyiz. Siz siz olun ilacınızı da yanınıza almayı ihmal etmeyin. Bu olay sadece ilaç mı satılıyor acaba ya başka şeyler de satılıyorsa diye düşündürttü.


Editör 

Nişanlı çift 

O gün kızım evde arkadaşlarına iftar vereceği için beni evde istemediler. Fırından bir pide aldım. Arasına koymak için de marketten birkaç şey ve içmek için su. Bir bankın üzerine oturdum ve ezanı bekledim. Ezanla birlikte kendimce iftarımı yaptım. Bugün böyle dedim kendime. Yalnızdım. Kendi başına geçirdiğimiz bazen böyle zamanlar olabilir. Sonra çay içmek üzere her zaman çayı muhteşem olan bir mekâna gittim. Burası Üsküdar’da bir çayhane. Öyle tabir edebilirim. Narlı, kivili, elmalı bilumum çay ve bizim kahvemizden de var. Ama ben çay içtim. Buraya uğramadan önce de çayın yanında tatlı bir şeyler iyi gider diye bir dükkândan üzeri çikolata kaplı içi hurma dolgulu bir tatlı aldım. Çayımı ısmarladım. Bu arada yalnızım ya gözüme hep çiftler takılıyor tabi. Yanımda cep telefonundan yeni çektirdikleri belli olan nişan törenlerinden fotoğraflara bakan genç bir çift vardı. Bir süre onların mutluluklarına şahit oldum. Aman nazar değmesin diye de hep içimden maşallah maşallah diye geçirdim. Çok tatlılardı ve bizim eşimle nişanlı olduğumuz dönemleri aklım getirtti. Geçen zamana her zaman şaşırıyorum. Ama o gün nedense bütün o güzel günlerimiz, gezmelerimiz evlilik hazırlıkları hep önümden geçti. İkram etmek üzere elimdeki poşeti uzattım. Çayın yanına iyi gider dedim. Önce almak istemediler teşekkür ettiler fakat ben ısrar edince aldı genç kız. Genç kız tatlıdan ısırdıktan sonra sevinç ve şaşkınlıkla; “ya ben bunu dün nereden bulabilirim acaba diye aklımdan geçirmiştim” dedi. Çok mutlu oldum. Çift benden önce kalktı. Bende bir süre sonra kalktım kasaya gittim. O genç çift içtiğim çayları da ödemiş. Onlara dua ettim. İnşallah ömür boyu mutlu olsunlar. Herkes mutlu olsun. Yalnızlığımın hüznünü yaşarken gençliğimi anımsatan bir çiftle karşılaşmak ve karşılıklı Ramazan ayında ikramda bulunabilmiş olmanın da ayrı bir mutluluğu ile evime döndüm.


HATIRLA BENİ 

DÜZELÜ BE (Birsel Alver Yazıcı)

Sana içimizde yaşayan birinden bahsetmek istedim sevgili okur. Belki bir otobüste yanına oturduğun, ekmek sırasında beraber beklediğin, sokaktan yanından geçtiğin birinden bahsetmek istedim. Bu bahislerin içinde en boğaza düğümleneni olsa da… Onu iş yerimden tanırdım. Kumral saçlarının kapadığı alnından, iki gözü hüzünlü ışıltıyla parlar çilli ve güneş lekeli yüzünü ışıl ışıl gösterirdi. Ona ait en has teselli cümlesi, ne derdim varsa “boş ver, düzelü be… bittek ölüme care yok” derdi. Aslında akıllıydı, o düzelü deyince sanki bir sihirli değnek değecek ve her şey düzelecekti taşıdığı o hüzünlü nurun hatrına… Bazen ona bir şey olurdu, sanki çekilip giderdi bu dünyadan, dalardı, kırk anlatırım bir anlamaz, yüz kere cevabını verdiğim soruyu tekrar tekrar hiç öğrenmemiş gibi yeni baştan sorardı. Bazen onunla konuşmak yerine duvarla konuşurmuş gibi hissederdim. İçli biriydi, yüzümden üstelik en makyajlı ve bakımlı halimden anlardı yorgun olduğumu kimseler anlayamazken… genelde konuyu o açardı, ne anlıyorsa denk gelir, genelde ben konuşurdum o dinlerdi. Bazen onun filozof olduğunu da düşünürdüm. Az konuşur az güler, çok dinlerdi ya da dediğim gibi bazı zamanlarda kaçıp sığındığı yerlerden dinlermiş gibi yapardı… O akşam öyle telaşlıydım ki iftara yirmi dakika vardı ve eve gidip iftar sofrası hazırlamak zorundaydım. İş yerime geldi, ağlamaklı bir hali vardı. “ne o gidiyor musun?” dedi “evet” dedim. Az soluklanalım, beraber çıkarız, ben de gidiyorum” dedi. Nereye gittiğini sorduğumda anneme iftara gidiyorum dedi. Annen nerede oturuyor dedim. Oturmuyor yatıyor dedi. Anladım da… anlamazmış gibi yaparak baktım suratına. Eline bir karton poşet hazırlamış “iftarlığım” dedi. Üç sene olmuş annesi vefat edeli. Annesinden kalan her şey onun olmuş en çok da babam diyordu. Zavallı adamın eridiğini söylüyor üzülüyordu. Babası yokmuş evde onu iftara çağarmışlar o da bende bari anneme gideyim demiş… Nasıl gideceksin, nerde yatıyor ki, korkmayacak mısın bu saatte, hem akşam vakti mezarlığa girilir mi? gibi bir sürü soruyu peş peşe sıralayıp sordum. “Şimdi yetişirim şurası Karacaahmet zaten ezan okununca orucumu açar, anacığazımın üstüne su döker, geç olmadan çıkarım. Diriden korkarım ölüden ne korkacam” dedi. Gitti… Fotoğrafik hafıza bazen başa bela oluyor sevgili okur o Karacaahmet dediğinde babamı oradaki gasılhanede yıkadığımızı hatırladım…eve gidene kadar sessiz sessiz ağladım. Ama kendime mi ona mı bilmeden… Ertesi gün dükkana geldiğimde yardımcımız içerde poşet unutulduğunu söyledi. Aaa kim unuttu ki acaba “abla içinde ekmekle, zeytin var bir de iki şişe suyla, hurma” dedi… Ahhh benim cancağazım derdini anlatırken yine kopmuş dünyadan kendi nefsine değil de annesi için ayırdığı suya üzüldüm en çok…düzelü mü be? Sen yine de en kıymetli ama unuttuğun bir şeyinmişim gibi hatırla beni sevgili okur. Bulduğunda sevineceğin bir şeyinmişim gibi hatırla. Kaybını kayıptan saymayan, ölüsüne dirisine sahip çıkan biri gibi hatırla beni sevgili okur…


Hacivat Karagöz 

Selamlaşma (Mehmet Akyıl)
Hacivat kahveye uğrar, herkes kendini toparlar.
Hacivat;
 Selamün aleyküm!
Kahvehanede bulunan herkes;
 Aleyküm selam!..
Karagöz bulunduğu vaziyetini değiştirmez; başlar mıymıylanmaya 
 Selam alıp vermek adet halini almış Hacivat’ım. Selam versek ne olur, selamı alsak ne olur!.. Ne değişiyor ki!..
Hacivat içerlenir ve sesini yükseltir; 
 Karagöz’üm selam alıp vermek gönül kapısını açmak demektir.
 Nasıl yani?
 Nasıl olacak! Selamlaşmak benden sana zarar gelmez demektir. Aç mısın açıkta mısın diye sormak demektir. Allah seni korusun demektir. Devamında Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerine olsun demektir. Dua demektir.
Karagöz;
 Bu dersten ne çıkar Hacivat’ım? 
 Müslüman Müslüman’ın derdine merhem olacak ki selamlaşmak yerini bulsun.
Sen çevrendekilerden sorumlusun.
 Keşke herkes bunun idrakine varsa!
Hacivat devam eder;
 Ramazan günleri idrak günleridir. O zaman küslük olmaz dostluk olur. Açlık olmaz tokluk olur. Zenginlik olur. Muhabbet ve ünsiyet olur.
“Bir Uzakdoğu ülkesinde selam vermek sabah çorbanı içtin mi demekmiş. İçmediysen
gel seni önce çorbacıya götüreyim demekmiş.”


Milli Kütüphaneden yeni hizmetler                        

(Doç. Dr. Işıl İlknur Sert)

Her ülke kendi kültürel birikimini korumak için çareler arar. Kültürel birikim öyle değerli bir kavramdır ki nesilden nesile aktarılması gereken bir yapısı vardır. Bu sayede milletler devamlılıklarını sağlayabilir, milli birlik ve beraberlik korunabilir. Bu amaçla bir ülkede yayımlanan her eserden bir nüshanın bulundurulduğu, hepsinin düzenlendiği ve kullanıma sunulduğu milli kütüphaneler kurulmuştur. Her ülkenin bir milli kütüphanesi vardır. Bizim ülkemizde bu amaçla kurulma çalışmaları 1946'ya dayanan Milli Kütüphane, Ankara'da bulunmaktadır. Koleksiyonunda bulunan eserler sadece basılı değil, yazma eserler açısından da çok kıymetlidir.  

El yazması koleksiyonlarında Osmanlı dönemine ait ilk ansiklopedik eser olan ve 1428 yılında yazılan "Muradname", Ebu'l-Hayr Rumi'nin yazdığı "Saltuk-name", Udi tarafından yazılan "Macera-yı Mah" gibi çok önemli eserler de yer almaktadır. Ayrıca Milli Kütüphane, ülkemizde yayımlanan çok sayıda derginin içeriğine künye bazında ulaşabileceğiniz Türkiye Makaleler Bibliyografyasını da internet üzerinden erişime sunmaktadır. Tabii ki künye bazında erişmek günümüzde yeterli gelmiyor. Araştırmacılar dijital ortamda makaleleri görmek istiyorlar. Bu konuda da Milli Kütüphane güzel adımlar attı.  Dijitalleştirme çalışmaları, tüm kütüphane ve arşivlerde olduğu gibi Milli Kütüphanede de bir süredir devam etmekteydi. En son yirmi beş milyon görüntünün elde edildiği duyurulmuştu. 

Yakın zamanda ise Milli Dijital Kütüphane adı ile yapılan çalışmaların belli merkezler aracılığı ile halkla buluştuğunu öğrenerek sevindik. Tabii ki evden erişim ve tüm koleksiyonu dijital olarak görmek aslında herkesin istediği bir durum. Ancak bu işin kontrollü olarak yapılması, kötüye kullanımın önlenmesi ve telif haklarına saygılı olunması nedeniyle bu taramalar ve dijital görüntülere erişim şu anda 66 merkez üzerinden gerçekleştiriliyor. Bu 66 merkez ise il ve ilçelerde yer alan halk kütüphanelerinde bulunmakta. Bu kütüphanelere üye olmak, milyonlarca görüntüye ulaşımı sağlayabilmekte. Milli Kütüphaneye ya da şehrindeki halk kütüphanesine üyelik işlemlerini tamamlayan kullanıcıların, milyonlarca görüntü olarak belirtilen dijitalleştirilmiş kaynağa erişimi mümkün olmakta. 

Kullanıcılar eğer üye değillerse üyelik işlemlerini şehirlerindeki halk kütüphanelerinden ya da e-Devlet üzerinden kolayca tamamlayabilecekler. Üyelik işlemlerini tamamlayan kullanıcılar ise Adıyaman, Afyonkarahisar Gedik Ahmet Paşa, Antalya Tekelioğlu, İstanbul Rami, İstanbul Orhan Kemal ve İzmir Atatürk İl Halk Kütüphanesi gibi 66 ana merkezde yer alan erişim istasyonlarından görüntülere ulaşabilecekler. Bu görüntülerin içeriğinde yerel gazeteler, dergiler de bulunmakta. Eğitim, bilim ve kültür alanında bilginin birikimli olarak ilerlemesi açısından bu tür çalışmalar çok önemli. Bir ülkenin ne ürettiği, dünyaya neler kazandırdığı hem tüm dünyayı hem de gelecek nesilleri ilgilendiriyor. 

Bilgiye kolay ve hızla erişim sağlamanın yolu evimizden hatta telefonumuzdan geçtiğinde ise araştırma yapmak, doğru bilgiye ulaşmak açısından büyük kolaylık sağlanıyor. Yine de bu dijital bilgi artışının bilgi kirliliğini de beraber getirdiğini ve çok değerli olan doğru dijital bilginin kontrollü bir şekilde gerçek araştırmacılara ve gerçekten öğrenmek isteyenlere sunulması gerektiği de unutulmamalı. Bu nedenle Milli Kütüphanenin bu kıymetli çalışmasını erişim merkezleri dışında kullanıma açmamasını, telif haklarına da uygun bir davranış olduğu için takdir etmekle beraber, bir gün doğru bilgiye herkesin her yerden ulaşacağını umutla düşünmek istiyorum.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *