Yüzünü batıya çevirmiş bir toplum olarak işimiz kolay değil. Doğu ile batı geleneklerinin buluştuğu, birbirinin içine akıp cem olduğu ve bazen kavgaya tutuştuğu güzide bir coğrafyanın tam da ortasındayız.
Bir tarafta mantık, bilim, matematik gibi somut verilerin hüküm sürdüğü bir dünya ve onun egemen olduğu yaşam tarzı. Diğer tarafta duygu, ahlak, inanç gibi soyut tasarımların hüküm sürdüğü bir dünya ve onun getirdiği hayat biçimi. Aslında birbirini tamamlayan bu iki kanattan biri, mantık ve onun temsil ettiği evrensel bakış, diğeri insanın olmazsa olmazı gönül dünyamızın oluşturduğu bakıştır.
Uyumlu ve kendisiyle barışık her insanın, kararları ve davranışlarında zamana, yere ve konuya göre mantık ve duygu potansiyellerinden birinin öne çıkması, diğerinin ise onu desteklemesi söz konusudur. Zira mantık ve duyguların buluşmadığı ve birbirini onaylamadığı bir karar yahut davranış, zayıf ve yetersiz kalacaktır. Toplum için de durum aynıdır.
Toplumun Mantık Ve Duygu Dengesi
Bugün mantık odaklı batı toplumlarının, hızla geliştiklerini ancak duygu alanındaki zayıflıkları nedeniyle aynı hızla varoluşsal bir uyumsuzlukla karşı karşıya olduklarını görüyoruz. Benzer biçimde duygu kökenli doğu toplumlarının ise dünya ile uğraşmayı tercih etmemelerinden olsa gerek bugün genel olarak geride kaldıklarını ve başta yoksulluk olmak üzere çeşitli toplumsal sorunlarla iç içe olduklarını biliyoruz. Şu halde insanda olduğu gibi toplumda da mantık ve duygu kanatlarındaki dengeyi korumak, toplumun gelişmesi ve uçuşa geçmesi bakımından elzemdir.
Somut dünyanın görünen gerçekleriyle yaşayan toplumlar, bilimde ve sanayide ilerliyor. Ancak manevi alandaki boşlukları, ciddi toplumsal çöküşlerin işaretlerini veriyor. Zira maddi olarak her şeye sahip bu toplumlar, gönül dünyalarındaki boşluklarından dolayı mutlu değiller. Gerçek mutluluğu, ben ve imaj odaklı sanal dünyanın çarkları arasında arıyorlar. Bunun içindir ki değersizlik, duygulardan kaçış, şiddet ve en önemlisi insani kriz, gelişmiş batılı toplumların başlıca sorunudur. Ve bu sorun doğu toplumlarında daha büyük kayıplar ile kendini göstermektedir.
Nitekim bir zamanlar bilimde en ileri düzeyde olan bu toplumların bugün, bilim ve teknolojide geri kalmanın yanında geleneksel güçlerini oluşturan duygu potansiyellerinin de hızla eridiğini ve kimliklerinden uzaklaştıklarını görüyoruz. Dolayısıyla maddi alanda zaten zayıf olan toplumlar, asıl zenginlikleri olan alanda da erime yaşayınca iki tehlike ile karşı karşıya gelmiş ya da getirilmişlerdir.
Zihinsel Devrim
İşte bunun için işimiz kolay değil diyoruz. Türkiye, bin yılların eseri olan mana birikiminde oluşan tahribatları temizliyor. Duygu köklerine yeniden sarılan Türkiye, doğu toplumlarının bir türlü beceremediği mantık odaklı bakışı da yakalamaya çalışıyor. Son dönemde toplum olarak sevilmememiz de bundandır. Zira dünya insanı ve toplumlarının baş hastalığı olan mantık ve duygu birlikteliğinde mesafe alıyoruz. Asıl hedef de bu olmalıdır. Bizi biz yapan mana köklerimizi koruyarak bilim ve teknolojide taklidi aşarak zihinsel devrimi yakalamak zorundayız.
Bir yönüyle toplumumuzun en önemli erdemlerinden olan milli ve manevi değerlerimize ve evrensel ahlaka sahip kanaatkâr, diğer yönüyle bilimi rehber edinen rekabetçi bir yönetim anlayışını yerleştirmeliyiz. Dolayısıyla daha çok işimiz var. Toplum olarak gönlümüzü daha da genişletip insan olmanın erdemini en üst düzeyde yaşamamız kadar zihnimizi en verimli biçimde kullanarak maddi alanda hızla yol almamız elzemdir. Böylece gönül ve zihin kanatlarının birbirini destekleyen gücü, toplumumuzun geleceğinin inşasını ve uçuşa geçmesini sağlayacaktır. Bugün ülkemizle uğraşanların esas nedeni de Türkiye’nin aday olduğu zihinsel devrimle gelecekte ulaşacağı güçtür. Bunun için toplumumuz on yıllardır, çeşitli sanal içeriklerle dolu, “Türkiye elden gidiyor” korkularını aşmak zorundadır. Toplumsal gelişme, bu gelişmeyi başlatan siyasi güçleri aşıp tüm toplum sathına yayılmak zorundadır.