Madelet "adalet" demekti ve 7 yaşında yetim kalacaktı Madelet. Ama sonrasında dünyanın sayılı pilotları arasında yer alacak ve kadın jet pilotlarına yol açmakla kalmayacak, "Sen kızsın yapamazsın " sözünü tersine çevirip Cumhuriyet kadınlarına ilham olacaktı.

Henüz 13 yaşındayken yaşını büyüterek 1950'li yıllarda Türk Hava kurumu Eskişehir İnönü Planör Okulunda eğitim gördü. Sonrasında planör, paraşüt ve pilot brövesi olan dünyanın sayılı kadın pilotlarından biri oldu. Madelet Grabbe Başusta'nın yaşam öyküsü ilham vermekle kalmıyor, dünyada göğsümüzü kabartmaya devam ediyor.

Eşi Hüseyin Başusta'nın "İnatçı, savaşçı ve her şartta pes etmeyen bir kadın" diye anlattığı Madelet Grabbe Başusta, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün izinden giderek "İstikbalini göklerde gören" ilk Türk kadın pilotları arasına girdi. Atatürk'ün naaşının Etnografya Müzesinden Anıtkabir'e taşınması sırasında paraşütçü adayı olarak içinde bulunduğu Magister tipi uçaktan, küçük paraşütlere bağlanmış kasımpatı çiçeklerini anıt kabrin üstüne göz yaşları içinde bırakmış, bu çok önemli günü havadan izleyen şanslı havacılardan biri oldu... Ata'nın açtığı yolda ilerlerken kendisi gibi gökyüzü aşığı Türk kadınlarına da en büyük desteği verenler arasında yer aldı.

Madelet isminin anlamı "Adalet" anlamına geliyordu ve Madelet, eşi Hüseyin Başusta'nın "Dünyaya göklerden bakan kız-MADELET" kitabında anlattığı gibi ismini dedesinin annesine veda ederkenki şu sözlerinden aldı: “Benim adil kızım, benim güzel kızım. Seninle gurur duyuyorum. Yetiştireceğin evlatlar, senin gibi adil, senin gibi merhametli olsun. Allah büyüktür.”

Madelet'in doğumundan sonra annesinin isim kararını Başusta aynı kitapta şöyle ifade ediyor: "Adalet ve merhamet üzere bir hayat yaşamasını isteyecekti annesi.

Adının anlamı “adalet”ten geliyordu. Hatice Mevhibe’den doğma,

Ahmet Vehbi’den olma Madelet, genç cumhuriyetin içine, dünyayı değiştirecek bir kız çocuğu olarak merhaba diyordu."

GÜÇLÜ VE ADİL BİR ÇOCUKTU

Kitapta benim en çok etkilendiğim konulardan birisi Madelet'in henüz çocukken sahip olduğu adalet ve merhamet erdemleri oldu. Benzer bir durumu ben de 4-5 yaşlarındayken yaşamıştım. Ancak büyük çocuklardan korkup müdahale edememiştim. Çocuk Madelet'in gösterdiği cesaretin, hayatım boyunca gözümün önünden gitmeyen ve yüreğimi yakan o korkunç görüntünün bıraktığı travmayı biraz olsun tamir ettiğini düşünüyorum. Ben o kediyi kurtaramadım ama Madelet hiç tereddüt etmeden o masumun yanında durup zorbanın elinden kurtardı. Başusta kitapta o öyküyü kaleminin zarafetiyle şu ifadelerle anlatıyor:

"Büyüme çağlarında şahit olduğu kimi hadiseler, ömrünün devamında onunla yaşamaya devam edecek, Madelet’in adalet kavramıyla ilişkisini sürekli olarak yeniden yaratacaktı. Bir ikindi vaktiydi, arkadaşlarıyla oynadıkları oyunlar tükenmiş, herkes kendi evinin yolunu tutmuştu. Orada gördü. Mahallenin zorba çocuklarından biri, kimsenin görmediğini zannederek, sokak kedilerinden birine işkence ediyordu. Elindeki inşaat telleri, her yeri imar halinde olan genç cumhuriyet şehirlerinde, çocukların çok kolay erişebildiği bir oyuncak haline gelmişti. Onlar bu telleri oyuncak yapmak veya oyunlarına katmak için kullanmayı tercih ediyordu. Bir zorbanın elinde aynı eşyanın neye dönüşebileceğini o yaşlarda düşünmesine imkân yoktu Madelet’in.

* * *

Kedi konuşabilen, diliyle anlatma kabiliyetine sahip bir canlı değildi.

Karşısında, kendinden katbekat büyük bir canlı vardı, adına insan demişlerdi. O, adına insan denilen o canlıdan daha küçük, kediden daha büyüktü.

* * *

Temel dürtüsü iyi veya kötü biri olarak anılmak, vicdanını temize çıkarmak, gelecekte övüneceği bir hatıra yaratmak değildi küçük Madelet’in. O, adaletin insanın bizzat içinde taşıdığı bir duygu olduğunu düşünüyordu. Bütün bu düşünüşlerin içinde kuş adımlarıyla sokağı katederken, bile isteye ses çıkararak o küçük zorbaya yakalandı. İşkence nesnesini

telaşla elinden fırlatan zorba çocuk, bu yaptığından aniden utanarak, daha doğrusu bu yaptığının zorbalığına leke süreceğini düşünerek, ikilemde kaldı. Karşısında ondan çok daha küçük bir kız çocuğu, kimse tarafından görülmediğinden emin olduğu bir eylemi yaparken onu görmüş, çekip gidecekken gitmemiş ve kadrajına girmişti. Gayri ihtiyari suç nesnesini elinden fırlatmış ve bu küçük kız çocuğuyla karşı karşıya kalmıştı. Ya yaptığı eylemin suçunu üstlenip kız çocuğuyla sessiz bir anlaşma yapacaklardı ya da işkencesine sahip çıkıp adaletin, fiziki üstünlükle ilişkisini kendince tekrar edecekti.

İkincisini tercih etti ve gözlerini Madelet’in gözlerine tehditkâr bir şekilde dikti. Civarda zorbalığıyla şöhret kazanmıştı, bununla övünüyordu, etrafındaki insanları her fırsatta korkutmaktan zevk alıyordu. Gitmek yerine kalmayı, gitmek yerine yüzleşmeyi, gitmek yerine olası zararları göğüslemeyi tercih etmişti Madelet.

* * *

'Senden küçük canlılara zarar vermek güçsüzlüktür'

Merhamet konusunda ilk derslerini annesi Hatice Mevhibe Hanım'dan almıştı. Henüz hangi aletin hangi amaçlar için kullanılabileceğini bilecek yaşta değildi. Annesi, sözleriyle Madelet'in adalet duygularını yükseltiyor ve onun hayatı boyunca isminin insanı olması için hazırlıyordu. Hüseyin Başusta şöyle devam ediyor;

"Annesi Hatice Mevhibe Hanım, elinde telden yapılmış bir kapanla eve dönen kızına çok basit bir soru sormuştu: “Bununla sizden küçük canlılara zarar vermeyi mi düşünüyorsunuz?” Küçük kızı bu soruyu hiç düşünmemiş, arkadaşlarının eline tutuşturduğu bu şeyin

ne işe yaradığını bile düşünmeden oyuncakmış gibi kaldırıp eve getirmişti. Annesi, kızının yanıtlamasını beklemeden devam etmişti:

“İnsan dünyaya zarar vermeye değil, aksine imar etmeye, içinde bulunduğu dünyayı güzelleştirmeye gelmiştir güzel kızım. Senden küçük olan canlılara zarar vermek erdem değil, güçsüzlüktür. Farz et, sokakta yürüyorsun. Senden çok daha büyük bir canlı var ve senin yoluna kapan koymuş. Hiçbir şeyden haberin yok, bir anda o kapanın içinde buluyorsun kendini. Bu, hoşuna gider miydi? Sence bu, güzel bir şey olur muydu?”

Sabahına o kapanı arkadaşına geri götürmüş ve annesinden duyduklarını, hatırladığı ölçüde arkadaşına aktarmıştı. Çok etkileyici olduğunu düşündüğü cümlelerinin karşıdakine asla değmediğini görmek, küçük Madelet için hayatının devamında yine çok etkili olmuş bir hatıra haline dönüşecekti ve o ikindi akşamında belki de, o zorba çocuğun karşısına dikilemeyecekti, annesinden o sözleri duymamış olsaydı eğer.

Kedi, kıstırıldığı köşeden çığlığa benzeyen bir sesle ve topallayarak kaçmış, o İkindi sokağını bu iki küçük çocuğa bırakmıştı. Karşı karşıya duruyorlar, insanlığın binlerce yıldır yanında taşıdığı ve asla tam olarak muvaffak olamadığı adalet kavramını terazinin iki ucuna koyuyorlardı temsilen. Susuyorlardı.

Madelet, o sokaktan bir kediyi kurtararak ve isminin anlamının hakkını kendince vererek çıktı. Zorba, kedinin kaçışının ardından yerdeki teli almış ve yargılayan gözlerle ona bakmıştı. O da gözlerini, karşıdakinin gözlerinden çekmemiş, cesaret ve kararlılıkla o sokağın ortasında dikilmişti. Sorusu, tıpkı Pilatus’un sorusu gibi yalın ve gerçekti. “Bunu neden yapıyorsun?”

Dilin yetmediği ancak tasvir edilirse anlaşılabilecek bir andı bu.

Çünkü aynı düzlemde olmayan iki kişinin, bu iki kişi çocuk olsalar dahi, aslında insanlık tarihine dair esaslı bir sorunu tartışmak zorunda kaldıkları bir andı bu. Zorba, zorbalığına devam edebilir, karşısındakine tıpkı az önce başka bir canlıya yaptığı gibi işkence edebilir, onu hırpalayabilir, bedeninde ve ruhunda yaralar açabilirdi.

Yapamadı. Birkaç kırık dökük kelime döküldü dilinden. “Ben…” dedi, “yanlış gördün, bir şey yapmıyordum ki…” dedi. Elindeki suç aletine ürkekçe bakıp bir kenara bıraktı ve küçük kızın yolundan çekildi."

"Sen kızsın anlamazsın bu işlerden"

Madelet Grabbe Başusta, o zamanki ismiyle Madelet Pınar Reyal 7 yaşında yetim kalmıştı. İki ağabeyi Teoman ve fikri, küçük kardeşi Alp'le birlikte büyüyen Madelet, "Sen kızsın anlamazsın bu işlerden" diyen Teoman ağabeyine inat, 13 yaşında yaşını büyüttürerek THK İnönü Planör kampında planör kullanmaya başladı.

Madelet için planörle uçmak ilk hayalleri arasında yer alır. İki ağabeyinin sıkça bu kelimeyi hevesle zikretmesi nedeniyle planör Madelet'in zihnine yerleşmişti.

Madalet Grabbe Başusta planörle tanışmasını şöyle kaleme almıştı:

"Eskişehir’in İnönü ilçesinde hâlâ başarıyla görevini sürdüren Türk

Hava Kurumunun İnönü Planör Uçuş Kampı var. Ağabeyim Fikri Reyal tatillerde oraya gider planör eğitimi alır, Teoman ağabeyime ballandıra ballandıra anlatırdı.

Bir gün Teoman ağabeyim de planörcü olmak istediğini söyledi ve Fikri ve Teoman ağabeyleri planör kampına gidiyorlardı. Eve geldiklerinde devamlı uçuş kampında yaptıklarını, nasıl uçtuklarını, nasıl heyecanlandıklarını, arkadaşlarıyla olan rekabetlerini, uçarken neler hissettiklerini ayrıntılarıyla anlatırlar, birbirlerinin hatalarını ve havacılığın güzel taraflarını konuşurlardı. Onları dinlemek nasıl da zevkliydi. Ağabeylerimin heyecanla anlattığı hikâyeler, her geçen gün içimdeki havalarda uçmak, planöre binmek arzusunu çoğaltıyordu. Planörle uçmayı inanılmaz bir aşkla arzu etmeme rağmen çocuk aklımla motoru olmayan bir hava aracının nasıl olup da havada uçabildiğine bir türlü akıl erdiremiyordum. Uçabilme merakım inanılmaz boyuttaydı. Ağabeylerimden çok etkileniyordum."

Bir gün Madelet cesaretini toplayarak Teoman abisine, "abi ben de sizler gibi havacı olmak, planör kullanmak istiyorum" dedi. Biraz sert mizaçlı olan abisi Teoman ona hemen karşılık verdi. "Madelet sen kızsın anlamazsın bu işlerden ". Madelet beklemediği bir cevap almıştı. Ama pes etmeyecekti. İçinden kendi kendine söz verdi. "Bir gün ben abilerimden daha iyi havacı olacağım."