Günümüzde piyasa profesyonellerinin, yerli ve yabancı yatırımcıların, iktidar ve muhalefetteki siyasilerin en önem verdiği göstergelerden biri, belki de en önemlisi "büyüme" oranlarıdır.
Günümüzde piyasa profesyonellerinin, yerli ve yabancı yatırımcıların, iktidar ve muhalefetteki siyasilerin en önem verdiği göstergelerden biri, belki de en önemlisi “büyüme” oranlarıdır. Pratikte yukarıda saydığım iktisadi aktörlerin gözlemlediği, bizlerin iktisat hocaları olarak yorumladığımız büyüme rakamları üç ayda bir açıklanan ve gayr-ı safi milli hasıladan yapılan harcamaların toplamından oluşan reel milli gelirin yıllık artış oranıdır. Yani herkesin anlayacağı şekilde ifade edersek bir ülkede üç ayda vatandaşların mal ve hizmetlere yaptığı tüketim harcamaları (toplam tüketim), firmaların kendi üretim faaliyetlerini büyütmek için yaptığı yatırım harcamaları (toplam yatırım), devletin yurt içinde üretilen mal ve hizmetlere yaptığı harcamalar (kamu harcamaları), yabancıların yurt içinde üretilmiş mal ve hizmetlere yaptığı harcamalar (mal ve hizmet ihracatı) toplamından yerlilerinden yabancı ülkelerde üretilmiş mal ve hizmetlere yaptığı harcamaların (mal ve hizmet ithalatı) çıkarılması ile toplam harcamalar elde edilir. İşte bize her üç ayda bir açıklanan büyüme oranları aslında bu toplam harcamaların artış oranını vermektedir. Ancak iktisat teorisinde “iktisadi büyüme” olarak adlandırılan kavram çok farklı bir şeye tekabül etmektedir.
Bu yazıda ilkönce iktisadi büyüme ile neyi kastettiğimizi açıklayacağım. Bunun bizim büyüme diye üzerinde konuştuğumuz istatistik verilerden farkının ne olduğunu anlatacağım. Daha sonra iktisadi büyümenin dayandığı etkenleri belirteceğim. Büyüme ile ilgile daha ayrıntılı tartışmaları da takip eden yazılarımda ele alacağım.
POTANSİYEL ÜRETİM NEDİR?
Potansiyel üretim bir ülkenin elindeki bütün kaynakları (yani işgücü, makine-teçhizattan oluşan fizikî sermaye, eğitilmiş işgücü ve toplam bilgi düzeyinden oluşan beşerî sermaye, baraj, yol, köprü, enerji santralleri ve limanlar gibi altyapı sermayesi ile doğal kaynakları) tam istihdam ettiği durumda yapabileceği üretimin değeridir. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır. Tam istihdam halinde bütün bu kaynakların yüzde yüz kullanımı söz konusu değildir. Başta işgücü olmak üzere bu kaynakların tam istihdamında bile belli bir miktarı üretim dışı kalabilir. Ekonomide işlerin normal şekilde yürüdüğü ülkelerde tam istihdamda örneğin işsizliğin yüzde 3-4 civarında seyrettiği söylenebilir. Bu orana doğal işsizlik oranı adı verilir. Bu ayrı bir konu olarak ayrı bir yazı gerektirmektedir. Ancak şu kadarını söyleyelim, 2000’li yıllardan beri yapılan çalışmalarda Türkiye’nin doğal işsizlik oranı (geniş tanımlı işsizlik olarak) ortalama yüzde 10 civarındadır.
Yukarıda verdiğimiz örneğe göre, örneğin Türkiye’de, geniş tanımlı işsizliğin yüzde 10’a indiği durumda (hâl-i hazırda yüzde 22’ye çok yakındır) yapabileceği üretim düzeyi potansiyel üretime eşittir. Yani bir anlamda Türkiye’nin potansiyel üretimi Türkiye’nin maksimum üretim kapasitesini göstermektedir.
İKTİSADİ BÜYÜME NEDİR?
İşte iktisadi büyüme bir ülkenin potansiyel üretimi veya maksimum üretim kapasitesinin uzun dönemde artış oranını gösterir. Uzun dönemle kastettiğimiz on yıllar ile ölçülen bir süredir.
İktisadi büyüme potansiyel üretimin artış oranı olduğu için bunun belirleyicileri de potansiyel üretimi belirleyen üretim faktörlerinin artış oranlarıdır. Kabaca bunları özetleyecek olursak işgücü hacminin büyüme hızı, çeşitli sermaye tiplerinin (fiziki, beşerî, mali sermayeler ile altyapı sermayesi) büyüme hızları, toprak ve gayr-ı menkullerin büyüme hızı, girişimin gelişme hızı ile doğal kaynakların artış / büyüme hızlarıdır. İktisadi büyümeyi belirleyen sadece üretim faktörlerinin büyüme hızı değildir, aynı zamanda o üretim faktörlerinin üretkenliklerinde ya da verimliliklerinde artış hızı da iktisadi büyümeyi belirler. Özet olarak teknolojik gelişime hızı fiziki sermaye, altyapı sermayesi ve doğal kaynakların üretkenliklerinin artış hızını belirlerken, eğitim sistemi ve eğitime yapılan yatırımlar beşerî sermayenin ve genel işgücünün üretkenlik artışını belirler.
Pekiyi üretim faktörlerinin miktarının artışını belirler? Fiziki sermayenin miktarındaki artış net makine teçhizat yatırımlarına, alt yapı sermayesinin miktarındaki artış alt yapı yatırımlarına, beşerî sermayenin miktarındaki artış eğitim yatırımlarına bağlıdır. İşgücünün artış oranı en genel olarak nüfus artış oranına bağlıyken bu oran iç ve dış göçle değişebilir. Mali sermayedeki artış tasarruflar tarafından belirlenirken, doğal kaynaklar genel olarak artmamakta aksine azalmaktadır, (özellikle fosil kaynaklı enerji hammaddeleri ve kullanılabilir temiz su.) Bir ülkenin toprak veya gayrimenkul hacmi ancak ülke sınırlarının değişimiyle artabilir. Normal şartlarda bunu veri kabul edebiliriz.
DOĞAL BÜYÜME ORANI NEDİR?
Büyüme iktisadı branşındaki akademik çalışmaların temel başlangıç sorusu “bir kapitalist ekonominin dışarıdan hiçbir müdahale olmadan uzun dönemde kendiliğinden bir büyüme oranında istikrarlı bir şekilde büyüyüp büyüyemeyeceğidir.” Bu soruyu cevaplamak için tamamen özel ve dışa kapalı bir kapitalist ekonomide doğal büyüme oranının ne olduğunun bulunması gerekir. Hemen hemen bütün büyüme iktisatçılarının ortak kanaati, bir ülkenin doğal büyüme oranının o ülkenin nüfus artış hızı, amortisman oranı, işgücü verimliliğinin / üretkenliğinin artış hızı ve teknolojik gelişme hızlarının toplamından oluştuğudur. Yani bir doğal büyüme oranı vardır. Ancak bu tanım tek başına yeterli değildir. Bazı temel varsayımlar da yapılır.
Doğal kaynaklar ve toprağın üretimdeki payı ihmal edilir. Çünkü yirminci yüzyıl başında dünya kapitalizminin doğal kaynakların tükenebileceği, hızlı sanayileşmenin iklimi ve dünyanın dengesini bozacağı yönünde bir endişe bulunmamaktaydı. Bu yüzden toprak ve doğal kaynaklar analizde yok sayılmıştır. Dahası farklı sermaye tipleri (fiziki ve beşerî sermaye ve altyapı sermayesi) tek bir sermaye kaleminde toplanmış ve bunların artış oranı da yatırımların finansmanını sağlayan mali sermayenin artış oranına bağlanmıştır: Yani tasarruf oranına… Bu durumda bir ekonominin doğal büyüme oranına ulaşabilmesi için iki temel üretim faktörünün, yani işgücü ve sermayenin birbiriyle orantılı büyümesi ve potansiyel üretimin de yine bunların büyümesi ile orantılı olması gerekmekteydi. Bu da bizi temel bir kurala götürmekteydi. Sermayenin ortalama ürünü (bir birim sermaye ile kaç birim mal üretileceğini gösteren oran) ve ortalama tasarruf oranının çarpımı uzun dönemde nüfus artış hızı ve amortisman oranının toplamına eşit olmalıydı.
Farklı iktisatçılar, bu doğal büyüme oranına ekonominin kendiliğinden intibak edebileceği konusunda ayrışırlar. Büyüme iktisadının kurucu babası olan Sir Roy Harrod’a göre dışa kapalı ve özel bir kapitalist ekonominin doğal büyüme oranına uzun dönemde kendiliğinden ulaşabilmesi mümkündür ama çok düşük oranda muhtemeldir. Yani Harrod’a göre bir kapitalist ekonomi örneğin yüzde 5 olan doğal büyüme hızına uzun dönemde yüzde 1 ihtimalle ulaşabilir ama yüzde 99 ihtimalle bu büyüme oranından uzaklaşır. Ekonominin doğal büyüme oranında dengeli büyüyebilmesi için sermayenin ortalama ürünü, ortalama tasarruf oranı, nüfus artış hızı ve amortisman oranının bir şekilde birbiriyle bağlantılı olarak değişmesi gerekmektedir. Ancak bunlar arasında hiçbir etkileşim olamayacağı için ekonomi kendiliğinden doğal büyüme oranına ulaşamaz. Bunun için devlet müdahalesi ve planlı ekonomiye ihtiyaç vardır. Harrod’a göre kapitalist ekonomi başıboş bırakılamaz.
Harrod dışındaki iktisatçılar ya sermaye-işgücü oranındaki değişime bağlı olarak sermayenin ortalama ürününün intibakı ile dengenin sağlanacağını (Solow ve onu takip eden bir çok ana akım iktisatçı), ya da sınıfsal farlılıklar ve sınıf mücadelesi yoluyla ortalama tasarruf oranında değişimle sağlanacağını (Kaldor ve Passinetti ve onları takip eden post Keynesçi iktisatçılar) savunmuşlardır. Onlar kapitalist sistemin farklı yollardan da olsa doğal büyüme oranına ulaşacağını söylemektedirler. Son dönemde Nobel İktisat Ödülü alan Romer teknoloji büyüme hızının eğitim yatırımları ve AR-GE Harcamaları ile bağlantısını kurarak teknoloji büyüme hızını önemli bir faktör olarak büyüme iktisadına sokmuştur. Yine Romer’la birlikte Nobel alan Nordhaus da büyüme ile sınırlı doğal kaynaklar arasındaki ilişki ve yine hızlı büyümenin çevrede yol açtığı tahribat ve sosyal refah ilişkisini inceleyen çalışmalar yapmıştır.
ŞİMDİLİK SONUÇ
Burada anlattıklarımdan da gördüğümüz gibi kalıcı büyüme üç ayda bir açıklanan büyüme rakamlarının yüksek olmasıyla sağlanamaz. Çünkü kısa dönemde toplam harcamaların büyüme hızı para basarak, dışarıdan borçlanılarak veya atadan dededen kalma toprak, arazi, fabrika veya enerji santrallerinin yabancılara satılarak elde edilen fonların harcanılması ile arttırılabilir. Böylece maksimum on sene ekonomiyi büyütebilirsiniz. Ama eğer sizin doğal büyüme oranınız değişmemişse, o takdirde, ekonomi de borç parayla yaratılan gelir artışı eski düzeyine belki de daha altına gelir döner. Birinci durum Türkiye’nin 2003 – 2013 arasında yaşadığı sahte Cennete, ikinci durum da 2013 – 2022 arası kişi başına gelirde sürekli düşüşün olduğu ve sürekli dışarıya borç ödediğimiz döneme örnektir.
Pazartesi devam ümidiyle burada bitirelim.
-