Ahlak, sonuçta mutlaka adâleti getirir, çünkü güzel ahlâk Allah idrâkini vücûda yerleştirir, Allah'tan başka güç olmadığını insana idrak ettirir.
Mevlânâ Hazretlerinin buyurduğu gibi; “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” sözler aslında ihlası anlatır, yâni samîmîyetle kendi hakîkatiyle ortaya çıkmak, değişmeye çalışmamak, Allah’a da, kula da farklı görünmemeye çalışmaktır. Zâten Allah’a farklı, kula farklı görünmeye ‘münâfıklık’ denir ki cehennemin dibi münâfıklığın içindedir. İhlasın en üst seviyesi ise Hz. Ali makamıdır. Peygamber Efendimiz hicrete çıktığı zaman Hz. Ali’nin, genç yaşta, Peygamber Efendimizin yatağına yattığını ve buna tâlip olduğunu biliyoruz. Hepimiz buna tâlip olabilirdik ama hiçbirimiz orada uyuyamazdık, çünkü başına ne geleceğini bilmeden o yatağa yattı, belki de öldürülecekti. Ama o, ölümün bile Allah’ın lütfu olduğuna inandığı için, hiç merak etmeden uyudu. İşte samîmîyetle her şeyin Allah’tan olduğunu idrak etmek; ihlasın en üst noktasıdır.
Allah’ın rızasını kazanmak
Bu, çok mühim bir şeydir. Allah’ın yap dediklerini yaparak, yapma dediklerini yapmayarak Allah’ın rızasını kazanmak en büyük lütuftur. Allah’ın kulundan razı olması bir kulun ‘mîraç seviyesi’dir, Allah’ın kulundan râzı olması, çok üst bir seviye. Ama o seviyeye gelebilmenin tek yolu, Allah’ın verdiği sıkıntı ve belâları ‘sıkıntı ve belâ’ olarak görmeden, hepsinden memnûn olup hepsinden ‘râzı olma’ seviyesine erişmektir. Bu seviyeye erişen kişi için, Allah isterse, ondan râzı olur, ama önce bu seviyeye erişmek şarttır.
Ümit ve korku bir arada
Ümit etmek, ümitli olmak, hiçbir şeye negatif bakmamak zâten cennettir. Negatif bakmak, sıkıntı yaratmak; cehennemdir. Hz. Peygamberin dediği gibi; Allah, insanı yakmaz, insan kendi kendini yakar vesvesesiyle, sıkıntısıyla, yapanın-yaptıranın kul olduğunu zannederek. Bu yüzden de Peygamber Efendimiz: “Herkes cehenneminin odununu kendi sırtında taşır” buyuruyor. Demek ki biz kendimizi yakıyoruz. Her an ümit ve korku arasında olmak çok önemlidir, çünkü iki kanadı olmayan kuş uçamaz.
Adalet ve ahlak
Ahlak, sonuçta mutlaka adâleti getirir, çünkü güzel ahlâk Allah idrâkini vücûda yerleştirir, Allah’tan başka güç olmadığını insana idrak ettirir. İşte buda, kulun sorumlu olduğu yegâne merciin ‘Allah’ olduğunu gösterir; o zaman adâlet zuhura gelir. Yâni yapan-yaptıran Allah’tır, âdil olmak için de bu idrâke mutlaka kavuşmak lâzımdır. ‘Samed’ vasfını kazanmak adâlettir, Hz. Ömer’in yaptığı gibi. Samed “Benim kimseye karşı sorumluluğum yok, yalnız Allah’a karşı var” dediğin zaman, mutlaka âdil olursun.
Bilgelik mertebesi
Bilgelik, ‘kâmil olmak’ demektir. ‘Kâmil olmak’ için de söylediğimiz gibi ‘kul olmak’ gerekir. İnsan ne kadar kul ise, yok ise ve hiç ise o kadar bilgedir. Ama zâten bilge ‘bilgeliğini’ bilmez, o da hep bir ‘bilge’ arayışı içindedir. Bilgeliğin son noktası Hz. Peygamberdir. Peygamberi bulan, mutlaka bilge olur… Bizim kültürümüzde bilgelerin ve mürşitlerin yeri çok önemlidir. Onlar hikmet bilgisine eren kişilerdir. Kuran’ın ve Peygamberin izinden giden, bulunduğu toplum içinde toplumun sıkıntılarına çare bulan ve topluma muhabbet ve ünsiyeti aşılayan münevver Allah dostlarıdır.