Allah'ın Semi' sıfatı vardır; Allah her şeyi işitir, işitmesi sınırlı değildir.
Nedense bizim en büyük hatamız, Allah’ın duymadığını ve işitmediğini düşünmemiz. Hâlbuki O, her yerde her şeyi görüyor ve işitiyor. Dolayısıyla konuştuğumuz her şey, yani illâ korktuğumuz, hürmet ettiğimiz birinin yanında değil, normal herkesle ilgili yaptığımız konuşma, öfkelenmelerimiz, kızgınlıklarımız doğrudan Yaratıcımıza ulaşıyor. Cîlî Hazretleri “Senin dilenciye verdiğin para önce Allah’ın eline düşer” hadisini yorumlarken; senin birine söylediğin kötü sözler de önce Allah’a ulaşıyor, onun için dikkat et diye buyurmuştur. Bizi duyan, işiten, her şeyden konuşan yalnız Allah’tır.
Dua inanç düyamızın en önemli ibadetlerinden ve kültüründen biridir. İnsan dualarla dünyaya gelir, dualarla yaşar ve ömür sürer, dualarla ruhunu Allah’a teslim eder. Aslında yaşamın özeti duadır. Biz neyiz ki; bizi yaratan, bizi bizden daha iyi bilen, bilmediklerimizi sonsuz ilmiyle bilen, her şeyi işiten ve gören bir Rabbimiz var. Buna karşılık karşısında aciz bir kul; elaçmış, gözyaşı dökmüş, nedamet duymuş, af ve mağfiret dileyen aciz bir kul. İşte biz böyle bir kuluz. İbadet ederiz, tövbe ederiz, dualarla yeniden üzerimizdeki kirli yüklerden arınır ve hafifleriz.
Allah’ın basar sıfatı da var. Yani Allah her şeyi görür, görmesi mahlûkata benzemez. Allah insanın algılayabileceği kelime ve kavramlar kullanılır ki, insanın aklına ve idrakine hitap etsin. Çünkü insan aklı bunca sonsuz bir yükü çekemez. Bildiğimiz gibi Kuran-ı Azimüşşan kaldıramayacağımız hiç bir yükü bizim üzerimize yüklemez. Öbür yandan dünyâ sebep üzere yaratılmıştır. Allah, her şeyi bir sebebe bağlar ki, bizim küçücük beyinlerimiz anlayabilsin diye. Bu yüzden de bizle konuşur, gerek bizi işitir, gerek görür ve bize cevap verir. Hakikat şudur ki; Her nereye baksan Allah’ın veçhi oradadır. Onun veçhinden başka her şey yok olmaya mahkûmdur. Böyle bir idrake sahip olursak, her yer bizim için kıble kesilir.
Görmek deyince, beş duyu organımızdan göz gibi algılamayacağımıza göre, Allah’ın görmesi bizim halimizden, olan bitenden, olacak olanlardan evvelinde ve ahirinde her şeyi görebilmeye muktedir olması demektir. Bu sadece bir cismi ya da camid olmayan her hangi bir şeyi, hangi boyutta olursa olsun onun varlığı gereği zuhur eden herşeyden Allah’ın haberdar olması demektir. Basiret de basar kökünden geliyor. Bir taraftan görmek, her yaratılmışta onun varlığını idrak etmek demektir. Hiçbir yaratılmışı kınamamak demektir. İşte insan bu seviyeye ulaştığı zaman basiret sahibi olur, yani hakikatleri idrak etmeye başlar, kalp gözü açılır. Kalp gözünün açılmasına da basiret gözü denir. Dolayısıyla kalp gözüyle Allah’ı gören bir insan, tamamen Allah’ın varlığından emin olur. Geri dönüşümsüz mutmainne mesabesine erer ve insanlık makamına yükselir. Bu makama yükselmek kolay değildir. Elbette biz Allah’ın kuluyuz. Emirlerine uyduğumuz sürece has kullarından oluruz. Has kullarından olmak, Ona, Kitabına, Peygamberine gönülden ve sadakatle bağlanmaktır. O zaman bir kul herşeye kalp gözüyle bakar, kalp gözüyle görür. Allah encamımızı hayreylesin. Bizi has kullarından eylesin vesselam.