Karşılık beklemeden sergilenen, tamamen değer ve ahlak odaklı davranış dünyasından hızla uzaklaşıyoruz.
Yolun karşısına geçmek isteyen yaşlı adam, trafiğin yoğunluğundan dolayı uzun süre bekledi. Bastonuna dayanarak ayakta zorlukla duran adamı fark eden bir sürücü, aracını durdurdu. Yanındaki arkadaşı, gerekli emniyeti sağladıktan sonra sürücü, yaşlı adamı sırtına alarak yolun karşısına geçirdi. Sürücü, yaşlı adam ve çevredekilerin şaşkın bakışları arasında yoluna devam etti.
İşte aradığımız davranış manzarası bu. Yılların tecrübesiyle âleme dönüşen yaşlı adam ve onu sırtında taşıyan âlem büyüklüğündeki adam. Dağların taşıyamadığı yükü sırtlanan insan.
Karşılık beklemeden sergilenen, tamamen değer ve ahlak odaklı davranış dünyasından hızla uzaklaşıyoruz. Başkasına iyilik yapma düşüncesi ve eylemi, sosyal medyada ne kadar beğenilir ya da takipçi getirir amacına hizmet eder oldu.
Hayatımızın özüne sadece kendimiz için çalışma davranışı yerleşirken, başkası için bir şey yapma davranışı sönüyor. Benlik kuyumuza düşmekten etrafta olup bitenlere duyarsızlaşıyor, başta kendimiz olmak üzere insana ve insani değerlere yabancılaşıyoruz. Kendi için yaşamak, başkası için yaşamayı ve başkası için üretmeyi gölgeliyor.
DEĞER ALANIMIZ DARALIYOR
Bugün insanlığın temel sorunu, harekete geçmek için mutlaka bir karşılık beklemektir. Karşılık beklemeden davranmak yerleşmiş bir ahlakın eseridir. Dolayısıyla dünyada bir değer alanı olarak hızla aşınan ahlakı; birey, aile, kurum ve toplum düzeyinde yeniden ayağa kaldırmak için ciddi bir çabaya ihtiyaç vardır.
Örneğin ötekinin ahlakından önce kendi ahlakımızı gözden geçirmekten, trafikteki davranışlarımıza bakmaktan, hakkaniyet ve adalet duyarlılığımıza eğilmekten, aile, işyeri ve kamu kurumlarında bireyler arası ilişkilerde samimiyete ve liyakate odaklanmaktan ve benzeri davranışlardan söz ediyoruz. Ahlakı aşınan bireyin, aileyi ve devleti kökünden çürüteceği unutulmamalıdır. Dolayısıyla yaşamın ilk yıllarından itibaren özellikle ahlaki gelişim için özel müfredatlar geliştirilmesi, konuyla ilgili bilimsel araştırmalar yapılması elzemdir.
Bir değer alanı olarak akıl, ahlak, din, vicdan ve iradenin süzgecinden geçerek ve başkası öne çıkarılarak şekillenmesi gereken davranış dinamiği, bu bileşenlerin eşgüdümü ve dengesindeki bozulmadan dolayı, bireyin kendi çıkarına ve benliğine hizmete dönüşmüştür. Zira sınırsız arzularının esiri olmuş, kendisini daha az bilen insan, sınırlı olduğunu unutmaya ve özgürlüğünü yitirmeye başlamıştır.
Sadece akla dayanan medeniyet algısının hızla yayılmasıyla değer alanına yabancılaşan bireyler ve toplumlar, yeryüzünde egemenliklerini kurmanın ve benliklerini yüceltmenin derdine düşmüştür. Bilim dünyası, bireyin güçlü arzularını karşılama aracı olarak mülkiyeti, iktidarı, libidoyu, ilişkileri öne çıkarmış ise de bunların hiçbiri insanı gerçek anlamda tatmin etmemiştir. Çünkü değer alanından uzaklaşmak insanı, varlık sevgisinden ve yaşama hazzından da uzaklaştırmıştır.
Sonuçta insan, hiç ölmeyecekmiş gibi var olma içgüdüsü ile yaklaşmakta olan ölüm gerçeği arasında sıkışıp kalmıştır. Ve kalpler huzurlu değildir. Bir yanda dünyaya taht kurma kavgası öte yanda ölüm korkusu. Esasen varlığı sorgulamaya götüren bu ikilem, âlem yaratıldığından bu yana hep vardır. Ancak bugün değişen; daha fazla şey bilmekten, daha fazla olayı fark etmekten, daha hızlı yaşamaktan ve tüketmekten kısacası dış dünya tarafından daha fazla uyarılmaktan dolayı kendi değer alanımıza yabancılaşmamızdır. Varlık alanıyla ilgilenmekten yoklukla başa çıkacak düşünceleri ve davranışları unutmaya başladık.
AHLAK KAVGASI
Sınırsız içgüdüsel isteklerimizi ve davranışlarımızı biçimlendirecek, disipline edecek ve sınırlandıracak yegâne güç ahlakımızdır. Dolayısıyla yeryüzündeki kavganın kaynağı aslında insanın kendisiyle kavgasıdır. Varlık ile yokluk arasındaki dengeyi sağlayacak ahlaki erdemin, davranışlar dünyasında hâkim olmamasından kaynaklanan kavgadır bu. İnsanın, bu kavgayı aşması için içgüdülerinin esiri olmaktan kurtulması, benlik girdabından çıkması ve başkasına bir katma değer üretme davranışını öğrenmesi elzemdir.
İnsanlığı teslim almaya başlayan modern dünya, insanın anlam arayışını sekteye uğrattığı ve değer alanını yıprattığı için manayı madde üzerinden yakalamaya çalışıyoruz. Ama bu mümkün değil. Karşılığı tasarlanarak yapılan iyilik, bizi gerçek anlamda mutlu etmiyor. Yaratıcı güçle bağımızı güçlendirdiğimizde değer alanının insanlığa sunduğu gerçek güzellikleri yeniden keşfeder, başkasına hizmetin sağladığı yaşama sevincini yakalarız. Ve bu bizim elimizdedir.
Bestesi Selâhattin Erköse’ye, Güftesi Fuat Edip Baksı’ya ait buselik makamındaki bir şarkının sözleriyle bitirelim: “Rüzgâr kırdı dalımı, ellerin günahı ne? Ben yitirdim yolumu, yolların günahı ne?”