İLK TV YAYINI ERKAN YOLAÇ VE EVET HAYIR

Okan SARIKAYA 19 May 2024

Okan SARIKAYA
Tüm Yazıları
Ülkemizin ilk televizyon kanalı TRT değildi; ilk televizyon yayınının tarihi de 31 Ocak 1968. Türkiye'ye televizyon, bir üniversitenin sınırlı bütçesi, sınırlı olanakları ama sınırsız vizyonu sayesinde geldi.

TRT'nin ilk yayınından tam 16 yıl önce başladı öykü...

İlk adımları amatörce atılsa da profesyonelce devam etti…

En başta her şeyi ithal edilen o TV kanalı; 20 yıl sonra kapatılırken kameralar hariç kullanılan tüm cihazlar artık yerli üretimdi; üstelik hepsini İTÜ'lü genç mühendisler bitirme tezi olarak tasarlamıştı.

Ve TRT İstanbul yayınları, onların yaptığı ilk kurgu cihazını, onların yaptığı vericiyi ve İTÜ'deki stüdyoyu kullanarak başlamıştı.

 

Bir duayen daha İTÜ TV'de

 

Türkiye'de televizyonun başlangıç öyküsünü Mehmet Karaca editörlüğünde, Zeynep Şahin Tutuk ve Burak Barutçu kaleme aldı.

Safiye Ayla'dan Zeki Müren'e, İsmail Dümbüllü'den Haldun Dormen'e, Erol Evgin'den Halit Kıvanç'a, Fecri Ebcioğlu'ndan Erkan Yolaç'a bir yıldızlar geçidinin öyküsü.

İTÜ Vakfı Yayınları'ndan 2018’de çıkan, "Televizyon Diye Bir Şey Varmış" başlıklı kitapta; naif anılar, siyah-beyaz günlerin hiç yayınlanmamış fotoğrafları ve ustalarla röportajlar yer alıyor.

 

Önceki gün kaybettiğimiz Erkan Yolaç, o ustalardan...

 

Televizyona adım attığı ilk günleri, "Evet Hayır" oyununun tüm hikayesini anlatıyor röportajında, Yolaç

 

BBC'den ithal yarışma

Erkan Yolaç... Söze Fecri Ebcioğlu'nu anarak başladı. Halit Kıvanç’la olan anılarını anlattı:

"Halit Kıvanç'la da ekrana çıktığımız olmuştu, beraber konuşmalar yaptık. O günün koşullarında belki Fenerbahçe'yle Galatasaray'ı konuştuk şu anda geçmiş zaman net hatırlamıyorum belki ona da bir Evet Hayır takılmışımdır..."

 

Erkan Yolaç denince akla gelen ilk şey "Evet Hayır" oyunu. Çünkü dile kolay, televizyon tarihinin en uzun soluklu yarışmasıydı Evet Hayır. En kolay oynanan oyunlardan biri olarak, sessiz sinema ile birlikte birçok eş dost buluşmasının eğlence kaynağı olmuştu. Erkan Yolaç'ın imzası haline gelen bu oyun, İTÜ TV'de hiç ekrana gelmemiş sadece kulis eğlencesi olmuş. "Çünkü" diyor büyük usta; "Seyirciyle oynanan bir oyun ama stüdyoda her zaman seyirci olmazdı. Ama Evet Hayır'ı da yayın öncesinde stüdyoda kendi aramızda oynardık; en çok Fecri'yle. O bana dedirtmeye çalışırdı ben de ona. Fecri çok muzip, çok neşeli, espiritüel bir insandı; haliyle Evet Hayır oynamak da keyifli olurdu. Bazen de gelen konuklarla ayak üstü oynardım benim için de programa konsantrasyon olurdu, ekranda sunum yapmaya hazırlardım kendimi."

 

"Evet Hayır" yarışması aslında televizyonda değil radyoda başlamış. 1960'larda BBC Radyo'da oynanırmış. Bu formatı alıp Türkiye'ye getirense söz sanatının duayeni Orhan Boran olmuş. "Bu mesleğe başladığım zaman demiştim ki 'aradan yüzyıl geçse bir Orhan Boran daha gelmez'; 60 yıl geçirdim sahnede tekrar ediyorum, bir Orhan Boran daha gelmez" diye rahmetle andığı ustasının, yarışmayı kendisine adeta hediye edişini anlatırken, Yolaç'ın bakışları derin bir saygıya bürünüyor...

 

"İstanbul Sıraselviler'de bir gece kulübü vardı; Kulüp 12. Gençliğimizde eğlenmeye gittiğimiz bir yerdi. Bir akşam Orhan Boran usta sahnedeydi. İlk kez izlediğim 'Evet Hayır' diye bir oyun oynattı. Bir hanımefendi ile yarışırken seyircilerin arasında beni gördü ve 'Oooo işte mikrofon mesleğinde nöbeti devredeceğim insan geldi. Erkan Yolaç'a alkış' diye anons etti. Millet beni alkışlıyor ama tanımıyor tabii... Radyoda program yapıyorum ama yüzümü bilen yok. Çağırdı beni, 'Gel beraber Evet Hayır oynayalım' dedi. Çıktım sahneye, bir de hanım aldı. Güya beraber oynattık ama tabii ki Orhan Abi yaptı şovu. O gece çok enteresandı benim için, belki hayatımın dönüm noktasıydı diye kabul ediyorum. Sahne sonrası çağırdı yanına; 'Bak ben bu oyunu İngiltere'de izledim ama pek kullanmadım, yeni bir şey, bunu sen yap.' Olacak iş mi? Durup dururken kendisinin getirdiği yeni bir eğlenceyi bana verdi, ben de aldım. Ve tam 60 yıl Evet Hayır yarışmasını yaptık, efsane oldu. Bütün Türkiye sevdi.

Daha geçenlerde birisi yolda çevirip dedi ki; 'Amerika'dan yeni geldim iki tane torunum var biri 7 diğeri 13 yaşında. Evet Hayır oynuyorlar ve size hayranlar. Şaşırdım, 'Onlar beni nereden tanıyor' diye sordum. 'İnternetten eski bölümleri izliyorlar sonra kendileri evde oynuyorlar' dedi. Ne enteresan ne güzel... 60 yıl bir ömür aslında. Dünyada bu kadar uzun soluklu bir yarışma yok diye biliyorum. Evet Hayır, yaşınız kaç olursa olsun, eğitiminiz ne olursa olsun sizi güldüren bir yarışma. O yüzden burada Orhan Boran'ı bir kez rahmetle anıyorum. Nurlar içinde yatsın. Büyük ustaydı…"

 

Unutulmaz bir yarışmacı

 

Her zaman yarışmaya konsantre kalamadığını ve sunucu olarak kaybettiği zamanlar olduğunu da söylüyor ama kaybettiği yarışmaların ancak yüzde 1'i bulduğunu da ekliyor. Biliyoruz ki binlerce kişiyle aynı oyunu oynayıp unutulmaz anları ayırt etmek çok zor. O yüzden biz de "en unutulmaz anısı"nı değil, ilk aklına gelen "evet hayır anısı"nı soruyoruz; sanki aynı oyunu tekrar oynar gibi keyifle anlatıyor:

 

-Ne işle meşgulsünüz? -Kuyumcuyum.

Adam ikinci soruya mahal vermeden başladı makineli tüfek gibi konuşmaya. Çok uyanık beni alt etmek için sözü bana bırakmıyor. Kestim sözünü:

-Öyle olmaz. Acelemiz yok, ben soracağım siz yanıtlayacaksınız siz bana sormayacaksınız. Tamam mı?

-Tamam.

Sonra şaşırtmak istedim ve bambaşka bir konudan girdim söze:

-Sizin evde hiç musluk bozuldu mu? -Bozuldu.

-E nasıl tamir edersiniz musluğu?

-Basit iş. Hemen rondelayı değiştiririm.

-Öyle pat diye rondela çıkarılır mı? Musluğu vanadan kapatmadan rondelayı nasıl değiştireceksiniz? Önce vanayı kapacağız, kapattık mı?

-Kapattık.

-Peki ne yaptık sonra, açtık rondelayı çıkardık. Eski rondelayı attık mı?

-Attık.

-Yeni rondelayı koyduk mu?

-Koyduk.

-Musluğu takıp vanayı açtık mı?

-Açtık.

-Su kaçırıyor mu baktık, tamam kaçırmıyor. Oldu mu? -Oldu.

-Yapıldı mı?

-Yapıldı.

-Siz muslukçu musunuz?

-Hayır.

-Hayır dediniz kaybettiniz!"

 

‘Önce sesimi sonra yüzümü tanıdılar’

 

Evet Hayır'dan tekrar İTÜ TV günlerine dönüyoruz. Ekrana çıkmanın kariyerinde nasıl bir yol açtığını sorduğumuzda aslında o günlerde ülke genelinde az tanındığını, sadece radyo ve sahne programları yaptığını söylüyor. Yani ya sesini dinleyip kim olduğunu bilmiyorlar ya da gazino - konser programlarından birine gidenler tanıyorlar.

"Bir gün Asuman'la (eşi) İstanbul'dan Gaziantep'e gidiyoruz arabayla. Adana'da konakladık bir gece, ertesi gün yola devam ettik. Arabayı ben kullanıyorum Adana - Antep arası polis durdurdu. Kimliği verdim, isme bakınca 'Affedersiniz, siz o radyoda konuşan Erkan Yolaç mısınız' dedi. 'Evet' dememle birlikte 'Yahu in arabadan da bir sarılıp öpeyim' diye sevindi. Meğerse radyo programlarımı takip ediyormuş, beni çok seviyormuş. İndim arabadan sanki ahbap gibi sarıldık, öpüştük şehirlerarası yolda. Belki bu radyoya dair bir anıydı ama Teknik Üniversite Televizyonu'nun yaptığı etki de buydu. Tüm ülkeye ulaşan bir TV kanalı değildi ama kesinlikle insanların beni tanımasına benim de televizyonculuğu tanımama katkı sağladı."

 

'1972'ye kadar televizyonum yoktu'

 

Televizyon yüzlerinin kendilerinin nasıl bir TV izleyicisi olduğunu merak ediyoruz.

"Sizin evinize televizyon, ne zaman nasıl girdi?"

Erkan Yolaç'tan aldığımız yanıt; 1972.

"Biz Asuman'la Kıbrıs'a gittiğimizde almıştık. Yani Teknik Üniversitedeki programları yaparken daha evde televizyonumuz yoktu. Kıbrıs'ta Rum kesimindeki bir mağazadan almıştık. Asuman bir tane aldı bir tane ben aldım. Tabii evli değiliz o zaman arkadaşız; evleneceğimizi bilsek iki tane almazdık. Ama neyse ki evlenmişiz, iyi ki Asuman'ı almışım."

Tam bu esnada gözleri doluyor, röportajı bölüp daha 1 saat önce aşık olmuş gibi heyecanla ve sevgiyle bakıyor 41 yıllık eşine. Ve işini en çok eşiyle karşılaşmasına vesile olduğu için sevdiğini söylüyor.

 

'İyi ki bu temeli atmışlar'

 

Röportajımızdaki romantik hava, Erkan Yolaç'ın İTÜ TV'den hatırında kalan sahneleri anlatmaya başlamasıyla dağılıyor...

“Teknik Üniversite'nin yaptıkları çok önemli. Üniversite bu temelleri atmasaydı, bugün Türkiye'de televizyon bugünlere gelmezdi. Bir kere bunu böyle kabul edelim. Belki herkesin evinde televizyon yoktu, çok izlenemiyordu ama bir çaba vardı. Önemli olan o çabaydı...”

Ustalara rahmet ve saygıyla..