Nefis aslında yoktur, öyleyse ölüdür/hayaldir.
Kur’an- Kerim Mülk sûresinde: “Allah, insanı öldürür ve diriltir” diyor. “Diriltir ve öldürür” demiyor. Buradan anlaşıldığına göre; insanlar “Nefis” denen kabın içerisine hapis olduklarında yâni insanların isimleri vücûda sirâyet ettiğinde, aksettiğinde, o vücûdun özelliklerinden, istek ve arzularından dolayı – ki biz buna “Nefis kabı” diyoruz- insanlar ezelî hakikatleriyle olan ilgilerini keserler. Ki bunu “ölüm” gibi düşünebiliriz.
O halde her vücut, bu âleme geldiği zaman ölür, yâni nefsin içine girer. Nefis aslında yoktur, öyleyse ölüdür/hayaldir.
Bu arada, bir mânâ da; bu dünyâya geldiğimiz an öldüğümüzü anlatırken, bir mânâsı da nefsin bütün özellikleriyle insanın hakîkatini gizlediği ve o nefsin de yok olmaya mahkûm olduğu gerçeğini açıklar. Çünkü insandan gâye; Allah’a âit ismin ortaya çıkmasıdır.
O halde mânâ, nefsin de ölmesidir (burada nefisten kasıt nefs-i emaredir. Aslında nefis tekamül edince ortada ruhtan başka bir şey kalmaz).
Bir başka manada ölüm bizim bugün anladığımız gibi bu dünyadan göçmek demektir. Ki bunun çeşitli tezahürleri vardır:
Birinci Ölüm: Vaktimiz geldiğinde ruhun ve ismin nefsi terk etmesi ve ezelî hakikatine dönmesidir.
İkinci Ölüm: Bu dünyâda ölmeden önce ölmekle, nefsin arzu ve isteklerinden ölür ama her hâlükârda nefis yok olmaya mahkûmdur. Var olacak ve bizi hakîkatimize ulaştıracak tek şey; bizi Allah’a götüren ona âit ismimizdir.
Duâmız; bu dünyâda nefsimizi öldürmek, daha doğrusu nefsimizin istek ve arzularını öldürmek ve dolayısıyla da Allah’a bir an önce, bu âlemdeyken kavuşmak ve ölmeden önce ölme seviyesine çıkmaktır.
Şimdi nefisle mücadelede ilk adım, kul hakkı yememeye çalışmaktır.
Şu salgın günlerinde dahi birbirimizin hakkına giriyoruz. Şunu sıkça hatırlamalıyız; Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın her şeyi affettiği, sâdece iki şeyi affetmediği gerçeği vardır. Bunlar nedir derseniz;
1. Hâşâ Allah’a şirk koşmak. Allah’tan başka şeyleri sevmek ve onlara tapmak –ki bu bizim çok yaptığımız bir şey; evlâdımıza tapıyoruz, eşimize tapıyoruz, işimize tapıyoruz, kendimizle ilgili birçok isteklere tapıyoruz, kendimizi en üstün görmekle kendimize tapıyoruz. Bundan kurtulmak inşallah bu âlemdeyken nasip olur.
2. Kul hakkı yemek.
“Kul hakkı”nın hakîkatine girerseniz, her şey “Kul hakkı” olur; sadece dedikodu etmek, aleyhinde konuşmak gibi negatif şeyler değil, onun bir kahvesini içmek dahi kul ile aramızda bir hak doğar.
Bu yüzden Peygamber Efendimiz; komşuluk haklarının çok önemli olduğunu söylemiştir.
Şimdi burada bu hastalık döneminde iki grup var ki, ben onların kul haklarının yenildiğini düşünüyorum;
1. Sağlık çalışanları; onlar hakîkaten evlatlarını, âilelerinden uzak durarak ve en mühimi kendi sağlıklarını tehlikeye atarak sırf bu hastalık için mücâdele veriyorlar biz tedbirlere uymazsak, onların kul hakkını yemiş oluyoruz. Çünkü onları meşgul ederek, onların refahını, sağlığını, hizmetini engellemiş oluyoruz.
2. 65 yaş üstü yâhut kronik hastalıkları olan insanlar –ki bunlar maalesef insanların düşüncesizliği ve idraksizliği dolayısıyla evde yaşamak zorunda kalanlar.
Bir kısmı için evde yaşamak, şahsen benim gibi biri için çok güzel bir şey olsa da (hizmetimi engellemediği için), insanların yürümeye, diğerleri ile ilişkide olmaya, insanlarla oturup kalkmaya ihtiyaçları var. Fakat bu ilişkileri belli şartlarda muhâfaza etmek zorundalar.
Dolayısıyla bu şartları yok etmek, bu şartlara uymamak ve idrak etmemek ve bunu nefsâniyet uğruna, “Ben yaparım, bir şey olmaz” fikriyle yapmak, hakîkaten “Kul hakkı” oluyor. Bu yüzden de cennete ve Cemalûllaha erişmek fırsatı kaçırılıyor.
Galiba birbirimize tavsiye etmemiz gereken şey, Asr suresinde de emrolunduğu gibi sabır ve her an Allah’a karşı sorumlu olmamızdan dolayı onun istemediği şeyleri yapmamaya çalışmaktır. Başta bendeniz olmak üzere Allah bu konuda gayretimizi arttırsın.