Büyüme rakamları TÜİK tarafından açıklandı.
Büyüme rakamları TÜİK tarafından açıklandı. Buna göre, 2017 yılı ikinci çeyreğinde 2016 yılının ikinci çeyreğine göre GSYİH %5,1 artmıştır. Büyüme deyince akla yatırım gelir. Çünkü bir ekonominin sağlıklı büyümesi demek uzun dönemde toplam arz ve toplam talep arasında bir açık olmadan büyümesi anlamına gelir. Bu da ancak kısa dönemde yapılan harcamaların uzun dönemde sabit sermaye stokunu da artırması ile sağlanır. Sabit sermaye stokunu artıracak talep bileşeni ise kamu ve özel sektör makine teçhizat yatırımlarıdır. Bu noktayı analiz etmeden önce sevgili hocamız Prof. Dr. Erinç YELDAN’dan bir alıntı yapalım:
“Sabit sermaye yatırımlarının 2017’nin ikinci çeyreğinde %9.5 büyüdüğü tahmin edilmekte. Yatırımların hızlanması büyümenin de “sağlıklı” ve “sürdürülebilir” nitelikte olacağını muştulamaktadır. Ancak söz konusu yatırım artışının nereden kaynaklandığına bakarsak, burada inşaat ve konut yatırımlarındaki %25’lik büyümenin belirleyici olduğunu görmekteyiz. Diğer yandan “makine ve teçhizat yatırımlarının” 2016’nın ikinci çeyreğinden bu yana büyüme hızları, sırasıyla, %0.2; %-3.7; %-0.7 ve %-12. Güncel veri ise %-8.6. Yani makine ve teçhizat sanayiine yapılan yatırımların son beş çeyrek dönemdeki büyüme hızlarının ortalaması %-5.07! ”, (http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/822489/Milli_gelir_hesaplari.html).
Erinç Hoca’nın TÜİK’ten alıntıladığı bilgiler büyümenin yatırıma dayandığını ama bu yatırımın fabrikalarda üretimi yapacak olan makine ve teçhizata yapılan yatırımdan değil ama konut ve bina yatırımlarından kaynaklandığını göstermektedir. Bu ne anlama gelir? Bu sorunun cevabı için kısa dönem milli gelir büyümesi ile uzun dönem potansiyel üretimdeki büyüme arasındaki farkı anlatmamız gerekir.
Kısa dönem milli gelir hesabı, bugün incelediğimiz istatistiklerde belirtilen harcama kalemlerinin yarattığı satın alma gücü ile toplam talebi belirlemesi prensibine dayanır. Bu harcamalar Tüketim Harcaması, Özel Yatırım Harcaması, Kamu Harcaması (Kamu Tüketimi ve Kamu Yatırımı toplamı) ve Net İhracat Harcamasıdır. Bu harcamalar toplamda artarsa kısa dönemde toplumun geliri ve satın alma gücü artar. Ancak talep ve satın alma gücündeki bu artış toplumun üretim gücündeki artışla karşılanmazsa uygulanan politikaya göre ya enflasyonun ya cari açığın ya da her ikisinin artmasına yol açar. “Kısa dönem – uzun dönem farkı nedir?” diye sorarsanız, şöyle özetleyebilirim: Bir ekonomide fabrikalara yapılan yatırım harcaması ile o fabrikaların hazır hale gelip üretime geçmesi arasındaki zaman kısa dönemdir.
Kısa dönem büyüme buysa, uzun dönem büyüme ile ne ifade ediyoruz? Büyüme iktisadı yazınında büyüme problemi uzun dönemli “potansiyel üretimin” dengeli bir artış trendine sahip olup olmadığı, eğer böyle bir trend varsa sebebinin ne olduğu ve bu dengeli büyümeye ekonominin hangi iktisadi etkenin intibakıyla ulaşacağı sorgulanır, tartışılır ve modellenir. “Potansiyel üretim nedir, Hocam?” diyorsunuz büyük ihtimalle. Şöyle açıklayayım: Bir ekonominin bütün üretim kaynaklarını (iktisatta üretim faktörleri olarak bilinir ve emek, sermaye, toprak, girişim ve doğal kaynaklar ile bunların türevlerinden oluşur) tam olarak kullanarak yapabileceği üretimin parasal değeri potansiyel üretim olarak adlandırılır. Yani eldeki bütün işgücü hiç kimse işsiz kalmadan istihdam edilecek, bütün fabrikalar tam kapasite çalışacak ve diğer kaynaklar da kapasitelerinin maksimumunda kullanılacak ki, bir ekonomide potansiyel üretim gerçekleşsin. Potansiyel üretimi belirleyen ana etken yukarıda saydığımız bu üretim kaynaklarının miktarlarıdır ve üretim kabiliyetleridir. Üretim faktörlerinin kabiliyetlerini verimlilik ve teknoloji yapısı belirler ancak, bugünkü analizimizin içerdiği süre bunlarda gerçekleşebilecek değişimi içerecek kadar uzun değildir. Dolayısıyla bunların değişmediği durumu ele alalım. Teknoloji ve verimlilik veri iken, belli bir zaman aralığında bir ülkenin üretebileceği maksimum ürünün parasal değerini ve bunun karşılığında bir milletin elde edebileceği maksimum geliri belirleyen ana etken üretim kaynaklarının miktarıdır. Potansiyel üretimde bir artış olması için, dolayısıyla, sermaye stoku, emek / işgücü hacmi, girişim kapasitesi, toprak yüzölçümü ve doğal kaynakların artması gerekir. İşgücü hacminin artışı demografik kurallara tabidir, kolay kolay politika yoluyla değiştirilemez, belki büyük hacimli dış göçler işgücü hacmini değiştirebilir. Yine toprak yüzölçümünün değişmesi için ülkenin sınırlarının değişmesi gerekir ki, bu da savaş hali gibi anormal bir durumu gösterir, iktisadi olaylarla doğrudan bağlantısı yoktur. Keza toprakla aynı durum doğal kaynaklar için de geçerlidir. Girişim gücü ise, öncelikle o ülkedeki iş hayatının kural ve teamüllerine, firmaların birikim ve kültürlerine, yasal mevzuatın girişimi ne ölçüde desteklediğine bağlı olarak değişen sosyolojik bir değişkendir. Kala kala geriye, iktisat politikası ile belirlenebilecek tek bir üretim faktörü kaldı ki, o da, sermayedir.
Genel olarak milli gelir hesaplarında üç çeşit sermaye bileşeni tanımlanmaktadır: Envanter stoku, konut ve bina stoku ve makine ve teçhizat stoku.
Envanter stoku bir üretim faktörü değildir, ancak firmaların belli bir dönem için satmayı tahmin ettikleri mal miktarına bağlı olarak mağaza vitrinlerine koydukları mal miktarını gösterir. Firmanın satış tahminleri tutmayabilir. Eğer talep tahmin edilen satış miktarından fazla ise mağazalarda mallar tükenir, envanterin saklandığı depolar boşalır ve firma envanteri tamamlamak için ilave üretim yapar. Bu durum envanter stokunda azalmaya yol açar. Tersi durumda ise, satılmayan mallar depolardaki envantere dahil edilir, bu da envanter stokunda artışa yol açar. Görüldüğü gibi, envanter stokundaki artış üretim kapasitesi ile alakalı değildir.
Üretim, o iş kolundaki faaliyetin niteliğine göre, belirli büyüklükte bir üretim mekânına ihtiyaç duyar. Bu, fabrikanın içinde bulunduğu binadır. Takdir edersiniz ki, ne kadar büyük olursa olsun, içinde makine ve teçhizat olmayan boş bir bina fabrika olamaz. Dolayısıyla bina kendi başına sanayi üretiminde değer sahibi değildir, ancak makine ve teçhizatı tamamlayan ikincil bir ögedir. Milli gelir hesaplarında yatırım olarak ele alınan bina ve konut yatırımı, iktisatçıların kullandığı anlamda sermaye stokunu ve potansiyel üretimi artıran yatırım olması için makine ve teçhizat yatırımı ile birlikte gerçekleşmelidir. (Bu arada unutmayalım ki, bina ve konut yatırımı içinde hesaplanan konut yatırımı üretim kapasitesini değil tüketim kapasitesini arttırır.) Demek ki, uzun dönem de, çeşitli iktisat politikaları uygulayarak üretim kapasitesinin artması için olmazsa olmaz şart makine ve teçhizat yatırımlarının gerçekleşmesidir.
“Hocam, ama ekonomi %5,1 büyümüş diyorsunuz, makine ve teçhizata yatırım artmasın, ne olacak yani?” dediğinizi duyar gibiyim. Herkesin anlayacağı bir örnekle bu soruya cevap vereyim: Ekonomi bir balona benzer. Balonun lastikten bir çeperi vardır. Bu çeperin patlamadan şişebileceği en büyük hacim “potansiyel üretimi” gösterir. Balonun patlamadan şişebileceği en yüksek hacmi artırabilmek için balonun çeperini oluşturan lastiğin daha kalın olması gerekir. İşte bu lastiği kalınlaştıran makine teçhizat yatırımıdır. Balona üflenen hava ise, kısa dönemli toplam harcamalardır. Eğer balona haddinden fazla hava üflenirse veya ülkenin üretim kaynaklarının karşılayamayacağı bir harcama yapılırsa, balon patlar. Yatırım yapan firmalar iflas eder, bankacılık kesimi ve finans sektöründe ödeme zinciri kırılır, bu kredi daralmasına ve dolayısıyla yeni iflaslara yol açar. Hepinizin bildiği gibi bu durum ekonomik krizdir. Yukarıda, Erinç Hoca’nın TÜİK’ten aldığı verilere göre makine sermaye yatırımları sürekli küçülmekte buna mukabil konut ve bina yatırımları hızla artmaktadır. Yani balonun çeperini oluşturan lastik incelirken, adam balonu daha fazla şişirmektedir.
Balonu patlatmadan nasıl büyüyebiliriz? Onu da pazartesi cevaplayalım…