Tasavvufta ferdiyet kavramı, önemli bir meseledir. Ferdiyet; müridin kendine ait olduğunu sandığı varlığının aslında Allah'a ait olduğunun mürşit tarafından hatırlatılmasıyla alakalıdır. Bundan yola çıkarak mürşit, müridine aslında tevâzuyu öğreticidir.
Yaratılışın sayısı üçtür ki Hazret-i Îsâ’nın da bahsettiği bu üç sayısı yanlış anlaşılmıştır. Üç sayısı, “Allah, ol emri ve kulunda tecellîsi” olarak ortaya çıkan hakîkati anlatır. Bu üçleme tam olarak zuhur ederse, Allah kulda kendi ismiyle âşikâr olmuş olur ve kulda her şeyi hamd hâline çevirir. Bu dönüşüm şükürden ziyâde hamd ile ilgilidir yani kul, her şeyden memnun olma kabiliyetini elde etmiştir. Bu da kulun kendi başına başarabileceği bir şey değildir, ancak Allah’ın ondaki tecellîsi ile gerçekleşebilir. İşte böyle bir tecellînin zuhuruyla müridin kendi nefsâniyeti yok olur ve orada Allah kalır; insanda bir varlık kalmaz. Bu durumda kul ferd olur. Eğer mürid Allah’ın hamd ismini kendinde yarı şekilde hisseder yarı şekilde hissetmezse yani hem nefsi kalıp hem Allah’ın ismi onda biraz zuhur etmeye başlarsa o zaman henüz ferdiyete erişmemiş yarı hayvan yarı insan şeklinde kalmış olur.
İşte diriliş böyle başlayabilir. Yoksa eğer mürid Allah’ın kendindeki tecellîsini hiçbir şekilde hissetmezse, baştan aşağı hayvânî vasıflarla donanmıştır ki o zaman hayvandan da aşağı makamdadır. Çünkü Allah Kur’an-ı Kerîm’de mürşidine hizmet etmiş ve kendini aradan çekmiş olan kıtmir adlı köpeği ferdiyet makamına yükseltip cennetine nâil kılmıştır. O hâlde kulda üç makam tecellî eder ama ferdiyetin olması için Allah’ın hamd ismiyle müridinde aşikâr olması, tecellî etmesi lâzımdır. Çünkü kul, kendi başına hamdı anlayıp idrak edemez. Ancak gayret ederse, hamda şükretmeye gayret eder. Ama hamd yani hakîkaten kalben memnun olma makamının tecellîsi kulun o seviyede kalmadığını gösterir.
Mürid ezelî nasibinde varsa mürşidin terbiyesiyle kişilik kazanır. Kendi nefsini terbiye etmek için bir gayret gösteriyorsa mürşidinin terbiyesi onda tecellî eder. Bu terbiye onu biraz önce anlattığım üç makamdan birinci makama götürür ve onda tamamen Allah’tan başka hiçbir şey kalmaz. Bu durum “Allah orada girip yok olur.” anlamına gelmez. Hz. Îsâ’nın anlattıklarındaki gibi burada Allah’ın ismi onun vücut aynasından ortaya çıkar ve o zaman da müridin aynasındaki varlık yok olur, Allah kalır. Mürit varlığından yok olunca o bu hâliyle fert olur. Bu kulun gayreti ve talebi olmalıdır. Hatta ferdiyet makamına geldiği zaman da mürid gayreti terk etmez. Çünkü “Bu makamın tecellîsi dâimî değildir. Ben tekrar eski hâlime dönebilirim, onun için gayret edeyim de bu hâlden dönmeyeyim.” der.
Günümüzde stres ve hastalıkların sebebi, kulun Allah’a tam teslim olamayışından ve Allah’a tam güvenmeyişinden yani iman eksikliğinden meydana gelmektedir. İnsanın imanı arttıkça korkular ve nefsaniyet ortadan kalkar. Bunun da olabilmesi için tabii ki bir rol modele ihtiyaç vardır, o da devrin mürşid-i kâmilleridir. Bir “doğru” mürşide yani kendinde bir varlık görmeyip Allah’a götüren bir mürşide teslim olduğun zaman; o kulunu direkt Peygamber’e, Peygamber de Allah’a teslim eder. Allah’la ilgili ilmi artırmak da aşkı artırır. Dolayısıyla insanların bu dünyadan beklentileri azalır, gidecekleri öbür alemle ilgili bilgileri çoğalır ve böylece de stresten kurtulurlar. Yani tam anlamıyla ferdiyetine kavuşan kişi bu dünyadaki sıkıntı ve belalardan şikayet etmez vesselam.