Günümüzde iki türlü İslam anlayışı var.
Şekli yaşanan İslam ile, iç manası olan, yani bir şuur olarak yaşanan İslam vardır. Bizim İslam anlayışımız tasavvufi manada önce Şeriatı kabûl edip, onun üzerine onların iç mânâlarını araştıran ve onu yaşam biçimi yapan bir hayat tarzıdır. İşte bu İslam Tasavvufunun en büyük amacıdır. İslam tasavvufunun evrensel bir lisanı olduğunu söylememiz gerekir ki, her anlayışı ve her günahkâr insanı dolayısıyla bütün insanlığı kucakladığını anlayalım. Tasavvufun amacı da budur. Amaç, inançlı, ahlaklı, zühd ve takva sahibi insan yetiştirmektir. Bu açıdan tasavvuf bizi Allah’a yöneltmektedir. Tasavvufun bize öğrettiği bir gerçek de budur. Diğer bir gerçek; tasavvuf, düşmanlıkları kaldırır. Birbirimize dost olmamızı, birbirimize hürmet etmemizi, farklılıkları hoş görmemizi sağlar.
Allah’ın istemediği bir şey yapılınca, mutasavvıf; kalbinde bir dönme olmaksızın, kalbinde îtiraz olmaksızın şeklen Peygamberin emrine uymak için yanlışlara karşı gelir. Çünkü zalimin zulmüne eşlik etmek gibidir sessiz kalmak. Ama bu sessiz kalamama esnasında hem kullandığı lisân, hem kullandığı tavır Allah’a hürmetsizlik olmamalıdır. İnsan farklı spor takımlarını tutabilir ve sempatizanı olabilir. Ya da farklı siyasi görüşlere sahip olan insanlar bir arada bulunabilirler. Bundan dolayı birbirine saygısızlık etmemeleri gerekir. Tasavvuf ehli, kavgadan, polemikten mümkün mertebe siyasetten uzak durur. Asla dedikodu etmez, yalan söylemez. Çünkü aldığı terbiye bunu gerektirir.
Ayrıca tasavvuf akademik düzeyde de incelensin, araştırılsın, tasavvuf kendi mecrasından sapmadan bütün üniversitelerde ders olarak görülsün; olgun insan olabilme sanatı gönüllere dercedilsin isteriz. Bu anlamda da bir takım çalışmalar yapılmaktadır. İbnü'l Arabî ve Mevlânâ gibi çok mühim, İslam’a damga vurmuş kişiler inceleniyor, onlar üzerine çalışmalar yapılıyor, buradan yeni yöntemler belirleniyor. Tasavvuf Enstitüleri’nde fiiliyat olduğu için, devamlı yaşama biçimlerinin öğretilmesi, bu yaşamın hâl hâline geçmesi için metotların öğretilmesi konusunda çalışmalar bütün hızıyla devam ediyor. Bu konuda ömürlerini vermiş insanlar mevcuttur. Bunlar Müslüman olmayan ülkelerde binbir zorluklar karşısında İslam’ı savunuyorlar. Dolayısıyla bunlardan nasıl yararlanabiliriz; bütün bunları araştırıyoruz.
Batılı bilim adamı Müslüman olmayan ülkede yetişmesiyle birlikte Allah aşkı yoksa daha akademik olabiliyor… Akademik olduğu zaman ‘tasavvufu yaşayan’ gruptan çok ‘tasavvufu bilen’ grup hâline geçiyorlar. Fakat bunların içinde Carl Ernst gibileri yaşamak ve aşkla Allah’a bağlanmayı öğretiyorlar. O zaman Batı ile Doğu arasındaki fark kalkmış oluyor. Chittick’e göre Batı’nın eğitimi gerçekten insanın kafasını çok karıştıran ve tasavvufun hakîkatinden uzaklaştıran, daha çok teferruatlar üzerinde takılıp kalan bir ilim. Buradaki hakîkî mutasavvıf olan hocalarımızın ilmi, daha aşkî, daha kalbî, daha hizmete yönelik bir ilim olduğunu söyleyebiliriz. İşte ikisini birleştirmeye çalışıyoruz, daha orta bir nokta bulmaya çalışıyoruz. Böylece bütün dünyâya tasavvufu birlikte anlatabilmeyi deneyeceğiz inşallah.
İslamofobiden bahsedecek olursak, İslamofobi ile en güzel savaş; tasavvufu akademik ortama taşımak olmuştur. Çünkü herkes en azından belli kalıplar içinde akademik çalışmaları kabulleniyor. Dolayısıyla bu akademiye taşındığı zaman;
1. Türkiye’deki cemaatlere ve tarîkatlere karşı düşmanlığa da karşı bir çalışma yapıyorsun.
2. Bütün dünyâya İslam’ın hakîkatini ilmî olarak yaydığın için takdir görüyorsun.
3. Zor olanla yaşamayı öğreniyorsun. Başka türlü yaşayamıyorsun, yoksa deve yükü kadar sırtına yük almış olursun.
Bütün bunları yaptığın zaman da, inşallah İslam’ın dünyaya yayılmasını ve İslamofobi’den kurtulmayı sağlayacaktır. İslamofobi tıpkı bizdeki parti meseleleri ya da Fenerbahçe-Galatasaray gibi, İslam’ı hiç tanımadan, hiç bilmeden, gördüğü birkaç örnekle İslam’a karşı çıkmak gibi câhil insanların işi. Oysa sıkıntılar İslam’dan değil, İslam’ı hakkıyla yaşamayan Müslümanlardan kaynaklı olduğunu bilmemiz gerek. Bunlara karşı tek silahımız; o üniversiteler. Üniversiteleri kabulleniyorlar ve üniversiteler bu tarîkat kurumlarını korumaya alıyor, çünkü programlıyor. Programlanınca da hani tarîkatler, şeyhler değişse, tarîkatler yozlaşsa da uzaklaşamıyor, çünkü belli bir bilim dalı içinde artık tasavvuf okuyorsun. Artık tarîkatlere güveni kalmayan insanlar, akademik tasavvufî faaliyetlere son derece büyük bir güvenle bakıyorlar, onları reddetmiyorlar. Bu değerlerden yararlanarak bu işi artık daha düzene sokmak zorundayız.
Üsküdar Üniversitesi’ndeki Tasavvuf Yaz Okulu’muz ilgi çekiyor. Bu okullara sâdece Türkiye’den değil, dışarıdan da birçok öğrenci geldi. Harvard’da doktorasını yapmış ama, ‘Ben buradan yararlanacağım’ diye gelenler var. Demek ki sâdece ‘ilim’ değil, bunu yaşayan hocalardan nasıl yaşanması gerektiğini, nasıl bir metot ve lisan kullanılması gerektiğini de bize akademi öğretecek. Çünkü özel bir lisanı var, bu lisan birleştirici bir lisan. Onun için yöntem öğrenmeliyiz, lisan öğrenmeliyiz. Böylelikle tasavvufu korumaya almış olacağız. Allah sayımızı arttırsın. Bizi mahçup etmesin vesselam.