Yeni dünya düzeninde sıradan bir araç ya da nesne olmaya zorlanan insan, hızla uyumsuzluk girdabına giriyor.

Varoluşun anlamsız ve saçma görüldüğü bir ruh haline doğru sürükleniyor insanoğlu. Zira her günü bir diğerine benziyor. Somut yaşam alanı daralıyor. Giderek olup bitenlere aldırmaz oluyor. Uyumsuzluk ve şiddet, yaşamın normalleri arasına giriyor. Ve hayatın anlamından uzaklaşıyor günümüz insanı. Yeni bir sanayi devrimini başlatan dijital çağda insan, yeryüzünde ilk olarak asıl olan amaçtan ve özne olmaktan çıkarılıyor.

Yeni dünya düzeninde sıradan bir araç ya da nesne olmaya zorlanan insan, hızla uyumsuzluk girdabına giriyor. İnsanlığından uzaklaştırılan, arzu edilenleri yapan, üretmeden uzaklaşmış, rahat yaşamı kovalayan, sadece tüketen bir canlı. Her şeyin her şeyle entegre olduğu bir zamanda, öbür âlemdeki cenneti unutup bu dünyada vaat edilen cennetin peşine düşen bireyler olarak içgüdüsel hırsa ve geçici konfora yenik düşüyoruz.

Yeni dünyanın egemenleri, insanlık tarihinde defalarca sergilenen oyunu yeniden sahneliyor. Şimdiye kadar amaç insanların elindeki varlıkları almaktı. Şimdi ise amaç insanın kendisi. Yani sıra insanın elindeki insanlığını almaya geldi. Diğer bir ifade ile insan dijital çağın avı konumunda.

Hak, merhamet, vicdan ve adalet gibi insani değerleri unutan, düşünmekten ve akletmekten uzaklaşan, dokunabildiği varlıklardan dokunamadıklarına zamanı kalmayan, sezgi ve doğaüstü güçlerden uzaklaştırılan insan şaşkın. Şaşkın, çünkü yeryüzünde, kâinatta gerçek ve tek olan Yaratıcı’nın dışında bir Tanrı koyma mücadelesi var. Hayatı ve ölümü etkileme gücüne ulaşmaya çalışan, sade sıradan insanın hayatını tüm yönleriyle ele geçiren ve özgürlük adına hayat alanını daraltan bir çaba bu. İblis’in, Nemrut’un, Firavun’un iddialarından farklı değil bu.

İNSAN BOŞA ÇIKARILIYOR

Düşünün ki yapay zekânın dokunmadığı ve bizden almadığı yaşam alanımız neredeyse yok gibi. İnsanlara ait her türlü bilgiler ve veriler, en ince ayrıntısına kadar biliniyor. Tüketim alışkanlıklarımızdan hareketle satın alma davranışımız; aldığımız ilaçlardan sağlığımız; sosyal medyadaki görüntülerimiz, sözlerimiz, yazılarımız ve beğenilerimizden hareketle başta siyaset olmak üzere yaşama ait tüm tercihlerimiz…

Bize ait olan bilgiler bizden daha iyi biliniyor ve kayıt ediliyor. Bankadaki hesabımızı bilmenin ötesinde dünyadaki ekonomik gelişmelere göre bu hesabı nasıl işleteceğimizi, söyleyen hatta bizim adımıza bunu yapan bir düzene doğru gidiyoruz. Yapay zekâ bizim yerimize düşünüyor, araştırıyor, seçenekler oluşturuyor, karar veriyor ve davranış sergiliyor. Böylece insanın, düşünmesine, araştırmasına, karar vermesine, davranış geliştirmesine ve üretmesine gerek kalmıyor. Kısacası insan boşa çıkarılıyor.

Ulus devletlerin hızla yok edilmek istendiği, vatanlarından uzaklaştırılan insanların sadece kimliksiz değil kişiliksiz hale getirildiği, iklim dengesinin bozulduğu, uzayın hızla çöplüğe dönüştürüldüğü, dijital devletlerin hayal edildiği bir zamanda bireyler; ailelerinden, kültürlerinden, devletlerinden uzaklaşıyor, ruh değerlerinden uzaklaşıyor ve insani derinliğini yitiriyor.

Oysaki kâinatın bir özeti olarak yaratılan insanın bir ruhu ve bu ruhunun da bir mahiyeti vardır. İşte bunun içindir ki ruh sahibi düşünen insan, sadece bedenine ve onun isteklerine hapsolan bir hayata uyum sağlamada zorlanıyor.

Hayatı saçmalığa, mutluluğu geçici heveslere, insanı vücuda indirgeyen bu durumla mücadele şarttır. Her geçen gün tüketilerek bitirilmeye çalışılan insanlığı yitirmemek ve elimizden kaymaya başlayan hayatın anlamını yeniden yakalamak için yoğun bir çabaya ihtiyaç var. Aynen Sisifos’un mücadelesi gibi.

KAYAMIZI DORUĞA ÇIKARMAK

Albert Camus’un (1913-1960) Sisifos (Sisyphus) Efsanesi’ne yer verdiği, 2. Dünya Savaşı ortasında yayınlanan ve 1957’de Nobel Edebiyat Ödülü alan Sisifos Söyleni (1) denemesi, 20. yüzyılın en önemli felsefe eserleri arasındadır. Hayatın ve varoluşun anlamsızlığı, yaşamın ürettiği saçmalıklar, dünyada olup bitenlere aldırmazlık gibi konular, çağdaş insanın çıkmazı olarak ele alınıyor bu eserde. Antik Yunan mitolojisinde yer alan Korint kralı Sisifos, deniz ticareti yapan, nankörlüğü, hilekârlığı ve açgözlülüğü ile bilinen zengin bir kral. Tutkuları önde ve uyumsuz bir kişiliğe sahip.

Mitolojiye göre Sisifos, daha fazla maddi varlığa kavuşmak için sırlarını ortaya çıkardığı tanrı Zeus tarafından sonsuza kadar cezalandırılır. Cezası, her gün kocaman bir kaya parçasını beden gücüyle yuvarlayarak dik bir tepenin doruğuna çıkarmaktır. Bin bir güçlükle tepeye çıkardığı kocaman taş, elinden çıkar ve yuvarlanarak aşağıya iner. Sisifos, her gün bu taşı yeniden doruğa çıkarmak zorundadır. Amaca ulaştırmayacak umutsuz bir çabanın, ürettiklerinin bir anlam taşımamasının verdiği psikolojik sıkıntıdan ve ruhsal bunalımdan daha büyük bir ceza olabilir mi? İşte günümüz insanı bu tabloya zorlanıyor.

Burada her gün aynı şeylerin yapılmasıyla anlamsız bir çabaya indirgenen hayatın sıradan, saçma ve anlamsız hale gelmesinin ve bireyin uyumsuzluğuna neden olması mesajı vardır. Diğer yandan Sisifos’un, cezanın bütün yıkıcılığına aldırış etmeden mücadeleyi bırakmaması, kendisini cezalandıranlara karşı sergilediği bir kahramanlık olarak da ele alınmıştır.

Her birimiz, her gün kendi kayamızı bir doruğa çıkarmanın uğraşısındayız. Bazen anlamsız da olsa mücadeleyi bırakmak, insan olduğumuzu unutmakla eş değerdir. Her taraftan çok yoğun bir şekilde etki altına alınan, yaşamı daraltılan insanın, öncelikle insani değerlerini yitirmemek için özel bir uğraş vermesi zorunludur.

Tüm uğraşlara rağmen hayatı güzelleştirmek elimizdedir. Egemen dünyanın otonom güçlerinin, daha medeni bir hayat söylemiyle bizi esir etmesine, teknolojiyi amaca, insanı araca dönüştürmesine ve nihayet uyumumuzu bozan, sınırlarını kendilerinin belirlediği sözde özgürlüğe izin vermemeliyiz. Külli bir bakışla hayatın anlamını yitirmeme mücadelesine kendimizden başlamak önemlidir. Emeğinin anlamını yitirmesinin, insana verilecek en önemli ceza ve hasar olduğu unutulmamalıdır.

(1) Camus, Albert, (2019). Sisifos Söyleni, Çev. Tahsin Yücel. İstanbul: Can Yayınları.