Seçmen olarak tercih yaparken toplumsal gerçeğimizin ne kadar farkındayız acaba? Her yaştan insanın anlık ileti bombardımanına maruz kaldığı, sanal doğruların, öz gerçeğimiz olarak süslenip algılarımızı değiştirdiği, hayatı saran cansız ağların, insan insana iletişimi daralttığı, insani değerleri eksilttiği ve nihayet bütünün, 'Ben'in çıkarlarına yenik düştüğü bir çağda doğru tercihler yapabilmek kolay değil. Zira tercih, seçmediklerimizden vazgeçmektir aynı zamanda. Bir "Evet" ile birden çok "Hayır"ı da ilan etmektir.
Tercihlerimiz, parçadan büyük olan bütünün âli çıkarlarına hizmet ettiği oranda toplumsal gerçeğimizi sağlamış olur. Aksi halde kişisel çekişmeler, polemikler, ülke ve toplumun yararına olmayan tartışmaların gölgesindeki seçim atmosferinin dumanlı havası, seçmenin hür iradesini kendi gerçeğinden uzaklaştırır.
Siyasetin Dili
Zamanın ruhundan uzak ve toplumun gerçek ihtiyaçlarına hitap edemeyen, kendisi dışındakileri yok sayan, eleştiri ve yıkım odaklı siyaset dili, Türkiye’nin toplumsal gerçeğini görmemize engel olmamalıdır. Belki de yıllardır bekçiliğini yaptığımız ideolojileri aşmak ve parçası olduğumuz bütün adına, ülke için objektif bir tercih yapmak durumundayız. Bunun için siyasilerin bütün yapay ve geçici doğrularını ve kavga odaklı söylemlerini bir kenara bırakıp ülkenin gerçeklerini görmek zorundayız.
İnsanımızın bütün algı oyunlarına rağmen bugüne kadarki siyasi tercihlerinde toplumsal istek ve ihtiyaçları en anlamlı şekilde sandığa yansıttığını biliyoruz. Ancak sistem değişikliğinin getirdiği kritik bir dönemeçte olduğumuz unutulmamalıdır. Diğer yandan muhalif olmanın alışkanlık haline getirdiği öç alma, öfke, hesap sorma ve yıkım odaklı siyaset dilinin, arzu edilen coşkuyu oluşturmadığı gibi seçmeni, aradığı huzurdan uzaklaştırdığı da bilinmektedir. Zira seçmen, umudu, huzuru ve istikrarı, öfkenin değil, hoşgörü ve sevginin hâkim olduğu dili yakalamak ister. Çünkü siyasilerin öfke dili, seçmenin ilgisizliğine, miyopluğuna ve küskünlüğüne neden olur.
Neyi İstemiyoruz?
Mademki her seçim neyi istemediğimizi haykırmaktır aynı zamanda o halde şahsımızdan önce Türkiye için neyi istemediğimize kafa yormak zorundayız. Peki, biz neyi istemiyoruz bu toplum için?
Şartlar ne olursa olsun devletimizin, içeride ya da dışarıda bağımlı olmasını istemiyoruz. Ülkemizin, üçüncü sınıf olmasını, yıllardır sahnelenen benzer oyunlarla bölünme planlarına maruz kalmasını istemiyoruz. Eğitimde, sağlıkta, savunma sanayiinde ve özellikle bilim ve teknolojide sınıfta kalmayı, çocuk ve gençlerimizin kafalarının dışıyla uğraşmayı ve arka planlarımızı kavga ve çekişme konusu yapmayı artık istemiyoruz. Bu toplumu bu toplum yapan milli ve manevi değerlerden, muasır toplum hedefinden ve bilimsel anlayıştan uzaklaşmak istemiyoruz.
Dolayısıyla ülke adına yapacağımız tercih, kendi iç yolculuğumuzun da sandığa yansımış hali olacaktır. Toplumun hücreleri olarak neyin peşinde olduğumuz ve neye talip olduğumuzu da tercih etmiş olacağız. Bunun için seçim sürecinde bu toplumun paydaşları olarak kendimizi gözden geçirmemiz çok önemlidir. Kişisel isteğimiz ile toplumun gerçekleri aynı karede buluşmuyorsa toplumun beklentilerini öne çıkarmak mecburiyetindeyiz.
Küresel ağların yaydığı insani aşınmanın dalga gücünün, bizim toplumumuzu da etkisi altına almaya başladığını görüyoruz. Onun da bir sahibi olduğunu unutarak ayaklarını kesip ölüme terk ettiğimiz yavru köpek, bir yerlerde hata yaptığımızın güncel örneklerinden sadece bir tanesi değil midir?
Unutulmamalıdır ki bireyler gibi toplumların da kaderi vardır. Elbette birey ve toplumların çalışma ve çabaları, kaderi Yazan’ın malumudur ve dinamik bir süreç olan kaderimiz, çabalarımızdan etkilenmektedir. Bütün şeylerin iç içe olduğu varlıklar dünyasında sebepsizlik ve gelişi güzellik yoktur. Muazzam bir sistem bütünlüğü içinde her şey, her an olma halindedir. Bizler, sahip olduğumuz sınırlı bilgilerimiz ve tercihlerimizle kendi yolumuzun ve yolculuğumuzun inşasına katkıda bulunabiliriz.