Pazartesi günü Modern Para Teorisi'ni anlatmaya başladım. Bu Teori geleneksel Keynesgil argümanları modern finansal piyasalar ortamında yeniden canlandırmayı amaçlayan bir teori.

1970’lerden bu yana dünyada her geçen gün daha fazla ağırlıkla hakimiyetini pekiştiren, IMF İstikrar Programlarında vücut bulan ve her problemde sıkı para ve sıkı maliye politikası öneren Yeni Klasik İktisat anlayışına biraz aşırıya kaçan bir tepki olarak adlandırılabilir.

TEORİLER VAHİY MİDİR; BÜTÜN HAKİKATİ ANLATIRLAR MI?

İktisat Biliminde birçok farklı teori vardır. Bu aslında bizim incelediğimiz toplumsal ve iktisadi yapıyı tam olarak gözlemleyemediğimiz gerçeğiyle örtüşür. Aslında biz sosyal bilimciler (ve tabii ki iktisatçılar) toplumsal süreçleri incelerken “fili tanımaya çalışan körlere” benzeriz. Bir kör filin bacağını tutmuş “Fil ağaç gibidir.”, demiş; diğer bir kör filin kulağını tutmuş “Fil yelken gibidir”, demiş. Bir başka kör ise filin kuyruğunu tutmuş “Fil yılan gibidir.”, demiş. Halbuki filin hakikati bunların hepsini içerir ama hiçbiri değildir. İktisadi süreçleri ve iktisat teorilerini de böyle ele almak gerekir. Bir teorinin hakikatin tamamını açıkladığı, söylenebilecek her şeyi söylediği gibi bir yargıya varırsanız, bilimden uzaklaşırsınız. Bunu çoğu zaman “Ortodoks” olarak tanımlanan iktisatçılar yaparken bazen de MPT teorisyenleri yapmaktadır. Halbuki her model bir ekonominin genel durumunu ve toplam hakikatini değil belli şartlar altında ve belli bir mekân ve zamanda oluşan özel durumunu anlatır. Modellerin varsayımları da bu şartları tanımlar. Bu yüzden Modern Para Teorisini mutlak hakikatmiş gibi sunmak, IMF tarafından birbirinden farklı problemlere her zaman sıkı para ve sıkı maliye politikasını çözüm olarak sunmaya benzer. Ancak uygun şartlarda modern para teorisinin önerdiği sonuçların geçerli olabileceğini de unutmayalım. Önemli olan belli bir özel durumu anlatan modellerden birinin tüm hakikati açıklayabilme kudretine sahip olduğu gibi bir inanca sahip olmamaktır.

MPT’DE PARA VE MALİYE POLİTİKALARININ YER DEĞİŞTİRMESİ

Modern Para Teorisi’nin bir kredi-para modeli olduğunu söylemiştik. Genel iktisat müfredatında anlatılan para çarpanı, mevduat temelli para arzı gibi yaklaşım ve kavramları reddeder. Para arzını esas olarak bankacılık sisteminin yarattığını söyler ki, bu bakış açısıyla bir taraftan Hayek’e öbür taraftan Wicksell’e göz kırpar. Bu anlamda hükümet borçlanması bankacılık kredisini arttıracağı için para arzını arttırır, vergi artışları ise para arzını daraltır. Bu yüzden enflasyonla mücadele ve para arzının kontrolü MPT’ye göre para politikası ile değil maliye politikası ile sağlanır.

Öte yandan politika faizi bir dışsal değişkendir, MB Başkanı tarafından belirlenir. Yani aslında gelir ve kaynak dağılımını belirleyen para politikasıdır. (Burada bahsedilmeyen ama varsayılan kritik nokta şudur: politika faizi ile piyasa faizi arasında bir ayrım güdülmez, DMD.) Yine para politikası istihdamı da belirleyebilir. Dolayısıyla para politikası milli geliri kontrol etmek ve hane halkı arasında dağılımını belirlemek için kullanılır. Bu görüşleri yazan bir öğrenci standart para dersinden geçemez. Çünkü gerek her çeşit Keynesgil, gerekse Neo-Klasik Okul ve ardıllarınca kabul edilen şey esas olarak enflasyonu kontrol için para ve milli geliri kontrol için maliye politikası kullanılması gerektiğidir.

MPT hükümetin sınırsız iç borçlanmasında ve gerekirse iç borcun para basılarak kapatılmasında hiçbir mahsur görmemektedir. Yine standart makro iktisat derslerinde anlattığımız dışlama etkisi de bu teoride yoktur. Dışlama etkisi, kabaca, hükümetin bankalardan borçlanması sonucunda bankaların özel sektöre daha az kredi vermesi durumunu anlatır. Yani hükümet borçlanırsa özel sektör yatırımları düşer. MPT “Hükümet harcama yaptıkça bankalarda kredi arzını arttırır ve bu da kendi borçlanması için gerekli kaynağı yaratır.”, der. Bu yüzden bu teoriye göre görüş bildiren Hocalarımız paylaşımda bulundukça, piyasa profesyoneli arkadaşlar ne olduğunu şaşırmaktadır. Örneğin “açıktan para basmak enflasyon yaratmaz” denilince herkesin kafası karışmaktadır. Bir de Nebatieconomics’in sonuçlarına bakınca (çünkü açıktan basılan para enflasyonu 8 ayda yüzde 16’dan yüzde 75’e çıkarmıştır, DMD) herkes tepki göstermektedir. Halbuki ortada belli şartlarda geçerli olan bir teoriden yola çıkılarak belirtilen görüşler vardır. Önemli olan teorinin hangi şartlarda geçerli olduğunu bilmek ve mevcut durumla uyup uymadığını göstermektir.

Geçen yazıyı şu sorularla bitirmiştim:

“Pekiyi bu teorinin açmazları var mıdır? Enflasyonu ve işsizliği nasıl tanımlar? Açık ekonomiye dair getirdikleri bir argüman var mıdır? Bu teoriyi kimler ve nasıl eleştirmektedir? Bu da Cumartesiye kalsın…”

MPT’NİN ENFLASYON VE İŞSİZLİĞE DAİR SÖYLEMLERİ GÜNÜMÜZ ŞARTLARINDA TÜRKİYE’DE TUTAR MI?

Yukarıda bu teorinin enflasyon ve işsizliğe dair ne söylediğini açıkladım. Ancak bu görüşler çok özel durumda geçerlidir. Örneğin yatırımların faiz oranına çok duyarlı olduğu ve para talebinin de faizlere aşırı duyarsız olduğu durumda para politikası milli gelir üzerinde gayet etkilidir. Ekonominin tam istihdamda olması da önemlidir, bu teoride. Ancak tam istihdamın tanımı üzerine ayrıntılara girilmez. Meselâ Türkiye’de yüzde 8,9 işsizlik vardır. MPT savunucusu Hocalarımıza göre – aslında hepimize göre- bu çok yüksektir. Ancak Türkiye’nin tam istihdam işsizlik oranı yüzde 10’dur dediğinizde (ki böyledir) yüzde 8,9 işsizlik aşırı istihdam anlamına gelmektedir. ABD ve gelişmiş ülkeler için tasarlanmış alternatif bir teoriyi Türkiye gibi altı kişiden birinin kaçak göçmen olduğu ve yüzde 5-6 arasında bir yapısal işsizlik bulunan gelişmekte olan ülkelerde savunmak pek gerçekçi olmasa gerek. Bu yapısal işsizliği uzun dönemli (en az on yıl sürecek, DMD) planlı kalkınma politikaları ve göçmenlerin kontrol altına alınması ile çözebilecekken kısa vadede para basıp kredi vererek çözmeye kalkarsanız enflasyon patlar. Son üç senede yaşadığımız gibi…

MPT DIŞA AÇIK EKONOMİ İÇİN NE SÖYLER?

MPT savunucularından Warren Mosler 2010 tarihli “Seven Deadly Innocent Frauds / Yedi Ölümcül Masum Sahtekârlık” adlı küçük 63 sayfalık kitapçığında, ticaret açıklarının sürdürülebilir olduğunu ve kısa vadede yaşam standardına faydalı olduğunu söyler. Ona göre ithalat, ithalatçı ülkeye ekonomik bir fayda sağlar çünkü ülke reel mal arzını arttırır, tüketicilerin daha çok ve daha ucuza tüketim yapıp refahlarının artmasının sağlar. Öte yandan ihracat, ihracatçı ülke için ekonomik bir maliyet oluşturur çünkü vatandaşların tüketebileceği reel mal arzı azalır, hane halkları daha az ve daha pahalı mal tüketmek zorunda kalır ve refahları düşer.

Bu görüşlere yönelik bir eleştiri ucuz ithal malları sebebiyle aynı sektörde yerli üretim yapan firmaların rekabet gücünün azalmasına, üretim ve istihdam düşüşüne yol açabileceğidir ancak ilgili kitabında Mosler başta olmak üzere MPT savunucuları bu değerlendirmeyi ekonomik temelli bir değerlendirmeden ziyade subjektif değer temelli bir değerlendirme olarak tanımlarlar: belirli bir sektördeki üretici kârları ve istihdamın sağladığı toplumsal yarar mı daha yüksektir yoksa daha ucuz ithalat sebebiyle tüketicilerin elde edeceği toplumsal yarar mı? Bunun bir toplumsal tercih olduğunu ve tüketicilerin faydasının daha önemli olduğunu söylerler. Akla gelebilecek bir soru da şudur: Yüksek dış ticaret açığı veren ülkelerde döviz fiyatları veya ithal malı fiyatlarındaki ani bir artış sonucunda negatif bir arz şoku ile karşılaşılabileceğidir. Bu durumda Merkez Bankaları’nın piyasada döviz satarak fiyatları dengeleyebileceği savunulur. Tabii ki bu durum için gerekli olan şart Merkez Bankası’nın kuvvetli döviz rezervlerine sahip olmasıdır.

Mosler’ın görüşleri bana rahmetli Mehmet Genç Hocamızın üzerinde titizlikle durduğu ve Osmanlı, İran ve Çin gibi yakınçağ tarım imparatorluklarında anlamlı olabilecek İaşecilik / Provizyonizm Sistemini hatırlattı: Ahali kıtlık çekmesin diye Osmanlı başta olmak üzere bu eski imparatorluklar ihracatı yasaklayıp ithalatı teşvik ederdi. Ne sanayi, ne milli devlet ne de modern finans imkânlarının olmadığı geçimlik ekonomiler de belki -o da ancak kısa dönemde – anlamlı olabilecek bir politikayı bugün savunmak nasıl olabilir? Ancak ABD veya AB gibi parası rezerv para olan büyük ve gelişmiş ekonomilerde sol siyasetin savunabileceği bir politika olabilir. Ancak milli parası rezerv para olmayan, dış borcu yüksek, teknolojide dışa bağımlı gelişmekte olan bir ülkede bu tip bir politika ancak ülkenin kepenklerini kapatıp dükkânın anahtarlarını küreselci emperyalistlere teslim etmesi anlamına gelir.

MPT, cari açıkların dış borçla finanse edildiği durumda tahvil sahibi yabancı olsun veya olmasın, ihracatçı ülkenin para birimine talep olduğu ve borç yükümlülükleri de kendi para biriminde olduğu müddetçe hükümetlerin asla iflasa sürüklenemeyeceğini söyler. Bu değerlendirme de, yukarıda bahsettiğim gibi, özellikle ABD ekonomisi için geçerlidir. ABD’nin ithalatı da dış borcu da dolar cinsindendir. İsterse, basar parayı ve öder. Pekiyi bizim gibi ülkeler? Biz TL basıp borcumuzu ödeyebilir miyiz?

Bu noktada MPT savunucusu iktisatçılar, borçlu hükümetin döviz yaratamaması nedeniyle yabancı para cinsinden borcun hükümetler için mali bir risk olduğu konusunda ana akım iktisatla aynı fikirdedir. Bu durumda hükümetin dış borcunu ödeyebilmesinin tek yolu, borcunu ödemek istediği süre boyunca para biriminin yabancılar tarafından sürekli yüksek talep görmesini sağlamaktır: Yani yabancı yatırımcıya yüksek faiz ve özel imtiyazlar, bizim anlayacağımız şekilde kapitülasyonlar, vererek döviz pozisyonunu koruyabilirler. Bu da pek arzu edilmese gerektir.

MPT’yi savunan ve karşı çıkan görüşleri bir sonraki yazıda ele alacağım. Aynı zamanda Keynesçi ve Neo-Klasik okullarla örtüştüğü ve farklılaştığı yerleri de belirteceğim.