FUTBOLUMUZ NEREYE!
Bir süredir sporumuzda yakaladığımız başarılardan ziyade yaşanan olayların öne çıktığı konular en çok konuşulanlar. Bu dillendirilenlerin başında ise hiç şüphe
yok ki, başarıya hasret kalmış futbolumuz ve hayal kırıklıklarımız.
Daha şunun şurasında bir kaç ay geçmiş ama, çabuk unutuldu, veya yeni yaratılmış gündemlerle yok sayıldı, unutturuldu. Sözünü ettiğim; Dünya Kupasının dışında kalmamız olanları uzaktan izleme durumunda oluşumuzdur.
Bu duruma hiç de şaşırmamalıyız. Görünen köy klavuz istemezdi. Bunun yaşanacağı daha eleme gruplarına başladığımızda belliydi. Futbolumuz iyi yönetilmiyor. Başarısızlığa çiddi çözüler üretemiyoruz. Futbolumuza yerleşen başarısızlık alışkanlığa dönüştü, hastalığı giderek kronikleşti. Grubumuzdan çıkamadık, çok çalışarak bir yerlere gelme çabalarının meyvelerini toplayan, sıralamada bizlerden daha gerilerde olan ülkeler, takımlarıyla Dünya Kupası Finallerine gittiler ama biz yine hayal kırıklığı yaşadık, finalleri evdeki televizyonlarımızdan izlemek zorunda kaldık.
Başarısızlıklar alışkanlık haline geldi. Hakemlerimiz, yurt dışında iyi ama, ülke içinde genelde pek başarılı değiller. Şampiyonlar Ligi’nde geçtiğimiz yıl Beşiktaş’ın namağlup, grup lideri olarak gruptan çıkmasıyla umutlandık ama, gerisi gelmedi. Kısacası; gerek kulüp takımları, gerekse ulusal takımlar alanında çok geride kaldık.
Futbolumuzda sivrilen, başarılarıyla Avrupa kulüplerinin dikkatini çekip Avrupa’ya transfer olanların başarılarıyla Avrupa futbolunda var olabilme, onların başarılarıyla yetinmeyi yeterli gördük. Sayısal olarak bakarsak, birçok futbolcumuzu Avrupa Liglerinde izleyebiliyoruz.
Bizler ise; yabancı sayısının neredeyse sınırsız olmasıyla, alt yaplarımızda, kendi çocuklarımızı yetiştirmek yerine, Avrupa’da yetişen gurbetçi Türk futbolcuları transfer etme yolunu tercih ederek futbolda gelişebilmenin yanlış yoluna baş koyduk. Yıllardır bu böyleydi ama, hiç olmaza yerli kulüp takımlarımızda oynayan başarılı futbolcularımızla karma bir ulusal ve kulüp takımı oluşturarak mücedele etmeye çalışıyorduk.
Son başarısızlıklardan sonra yeni bir biçim oluşturmak, farklı bir anlayışla hazırlanabilmek için ulusal takımımızı Mircea Lucescu’ya teslim ettik. Aşama aşama, ama kısa sürede yaşlı sayılan ulusal takımımızı gençleştirme hareketi başladı. Genelde gurbetçilerin öne çıktığı ve liglerimizdeki geç yeteneklerden oluşan bir milli takım oluşturuldu. Ne yalan söyleyeyim; “bu gençleştirme hareketi iyi planlanırsa gelecek için iyi bir ulusal takım kururulabilir” diye düşünüyordum ve yazılarımda bunu bir kaç kez dile getirmiştim. Hala da aynı beklenti içindeyim.
Bir konuda varolan endişelerim son haftalardaki gelişmelerden sonar daha bir rahatsız edici olmaya başladı.Takımı gençleştirmek iyi güzel de, bunu tümüyle ve böylesine hızlı yapmak biraz riskli gibi olabilirdi. Nitekim; 2020 Avrupa Uluslar Kupası, yeni statüsüyle
B ligi elemelerinde grubumuzda pek istediğimiz başarıyı yakalayamadık. Gençleştirmek güzel de; Ulusal Takımımız, çoğunluğu kendi kulüp takımlarında oynayamayan, yeterince süre alamayan futbolcuların ağırlıkta olduğu bir Ulusal Takım’a dönüştü.
Böyle bir takımda; turnuva tecrübesi olan ve sahadaki genç ekibe ağabeylik yapabilecek futbolculara da ihtiyaç olduğu biraz göz ardı edildi gibi. Bu, özellikle deplasmanda oynadığımız ve 2-0 kaybettiğimiz Rusya karşılaşmasında çok daha öne çıkan bir durumdu. Nitekim, Teknik Sorumlu Lucescu, başarı için bu genç ekibin daha zamana ihtiyacı olduğunu dile getirirken başka bir konuyu da vurguladı; “Bu genç futbolcuların bir çoğu kendi takımlarında oynama süresi alamıyorlar. Öncelikle bunu sağlamalıyız”. Bu konuda Lucescu’ya hak vermek lazım.
Ama Lucescu da gençleştirme konusunda çok da aceleci davranmamalı. Takımı oluştururken bu ligin tecrübelilerini gençlerle kaynaştıracak bir kadroyu tercih etmeli.
Şimdlik, yakalanmış olan, gelecek vaad eden genç kuşağın deneyim kazanması için yapılması gereken bu gibi. Yoksa tekrarlanan başarısızlıklarda bu gençleri kaybederiz.