İstanbul
Orta şiddetli yağmur
9°
Ara

Kimliksiz toplum mu, toplumsuz kimlik mi?

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Küreselleşmenin yol açtığı yeni siyaset yapısından bahsettiğim geçen yazıdan sonra bu siyasetin arka planında yer alan toplumsal katmanları incelemek gerektiğinden bahsetmiştim. Küreselleşme süreci en çok millet olgusunu ve milli devlet kurumlarını etkilemekte, hem milli devletin hem de milletin zayıflamasına yol açmaktaydı. İlgilenenler için geçen yazının linki aşağıdadır: (https://www.gazetebirlik.com/kose-yazisi/194961/millicilik-mi-kureselcilik-mi-ii) 

Küreselleşme ile birlikte ortaya çıkan iki ana siyasi akım vardır: Popülist sağ siyaset ve kimliksiz liberal sol. Her ikisi de küreselleşmenin çocuğudur ve birbirinden beslenen zıt ikizlerdir. Yeni bir toplumsal konsensüs oluşmadığı müddetçe her iki siyasi anomalinin fanatik taraftarları arasında yıkıcı bir tartışmanın devam edeceği de aşikârdır. Bu bağlamda, ben, küreselleşmenin toplumlar içinde yol açtığı iki anormal gruptan söz edeceğim: Kimliksiz toplum ve toplumsuz kimlik. Her ikisi de birbirinden beslenen ve akl-ı selimden uzak anormal siyasi hareketlere kaynaklık etmektedirler. Ancak öncelikle toplum ve demokrasi kavramlarını tanımlayalım. 

TOPLUM VE DEMOKRASİ KAVRAMLARININ TANIMLARI 

Toplum Tanımı: “Bir toplum sürekli sosyal etkileşime dahil olan bir grup birey veya aynı mekansal veya sosyal bölgeyi paylaşan, genellikle aynı siyasi otoriteye ve baskın kültürel beklentilere tabi olan büyük bir sosyal gruptur.” Burada “sürekli sosyal etkileşime dahil olan bireyler” ile anlatılan “birbirleriyle ortak norm, değer ve kurumlar ile sürekli ilişki içinde olan bireylerdir” denebilir. “Mekânsal bölge” ortak vatan, “sosyal bölge” ise ortak norm ve değerler anlamına gelir. Yani kabaca toplum ortak bir vatanda yaşayan, ortak tarih, kültür, norm ve değerlere sahip olan, birbirleriyle başta evlilik olmak üzere iç içe geçmiş ilişkilerle bağlanan, ortak bir devlet altında yaşayan toplumsal gruba verilen addır. Demokrasi Tanımı: “Yönetimin halkın çoğunluğunun oyuyla seçildiği, yazılı hukuk kurallarının egemen olduğu ve siyasi azınlıkların çoğunluğun siyasi gücüne karşı korunduğu yönetim biçimidir.” Bu tanımı hepimiz biliyoruz. Ancak demokrasinin toplumun varlığı ve esenliğine zarar vermeden çalışabilmesi için bir de siyasi grupların sınıfsal çıkar gruplarının temsilcisi olması gerekir. Yani belli bir üretim sisteminde üretime katkıda bulunan iktisadi sınıfların her birinin üretilen gelirden aldığı payı arttırmak için o grupların temsilcileri tarafından siyasi partiler kurulur. Demokratik yarış da bu partiler arasında olur. Eğer demokratik siyaset üretimden alınan paya göre değil de tüketim ve yaşam tarzı farklılıkları, etnik, dini ve mezhepsel farklara göre kurgulanırsa o ülkede demokrasi toplumun parçalanmasına ve milli kimliğin yıkılmasına yol açar. 

YAŞAM TARZINA DAYALI SİYASET KURGUSU 

Örneğin okyanus ötesindeki emperyalist gücün kurguladığı Orta Doğu’nun arabesk demokrasilerinden bir örnek verelim: Irak… Emperyalist güç Irak’ı işgal ederken “Irak’ın özgürleşmesinden bahsetmişti.” Bu modern “Haçlı Seferinin” sonunda Irak Devletinde demokrasi mezhepsel ve etnik ayrımlara göre kuruldu. Cumhurbaşkanı Kürt olacak, Başbakan Şii ve Meclis Başkanı da Sünni… Böyle olunca toplumun tarihsel ve kültürel farklılıkları siyasetin ana unsuru haline gelmekte, siyasi güç dengesi de demografik yapı değişmeden değişmemektedir. Bunun doğal sonucu siyasi gücünü arttırmak isteyen taraflar karşı tarafın sayısını azaltmak ve iktisadi kaynaklarını ele geçirmek için iç çatışmaya sürüklenmektedir. İç çatışma ve iç savaş ise emperyalist gücün hakemliğinde geçici çözüme kavuşturulmaktadır. Bu ise Irak’ın okyanus ötesi emperyalist güce bağımlılığını sürekli hale getirmektedir. Irak’ın kaynakları da Devlet Bey’in veciz ifadesinde belirttiği gibi “Hans, Sam, Toni, Coni, Herkel ve Frank’a” peşkeş çekilmektedir. İşte milli kimliğin yıkılmasının en doğal sonucu siyasetin tüketim kalıpları ve yaşam tarzı etrafında şekillenmesi, mezhepsel ve etnik ayrılıkların siyasi partilere dönüşmesi, iç savaş ve emperyalizme bağımlılık doğurmaktadır. Küreselleşme süreci toplumun ortak kimliğini, yani toplumda herkesin kabul ettiği ortak değer, norm ve kurumları zayıflattığı için ortaya genel olarak kimliksiz toplumlar ve toplumsuz kimlikler çıkmaktadır. Şimdi sırayla benim önerdiğim bu kavramları tanımlayalım. KİMLİKSİZ TOPLUM Öncelikle bu köşede 13 Temmuz 2024 tarihinde yayınlanan 

“KÜRESEL EMPERYALİZMİN KÜLTÜREL YANSIMASI” başlıklı yazımdan bir alıntı yapayım: “Bugün içinde bulunduğumuz toplum 1970’lerden bu yana yüzyılların birikimiyle oluşmuş milli kültür, yaşam tarzı ve dini bakışların zayıflayıp ortadan kalkma sürecinin sonucunda şekillenmiştir ve bu şekillenme veya şekilsizleşme hızlanarak devam etmektedir. Şekilsizleşme tabirini özellikle kullanmaktayım çünkü insan bireylerinin tarih içinde geliştirdiği yaşam tarzı, toplumsal kültür, norm ve değerlerin hızla tahrip edildiği ve yerine eşitlik, bireysellik, özgürlük ve evrensellik gibi soyut bazı kavramlara dayandığı iddia edilen bir kuralsızlığın ikame edildiği bir ortamda yaşamaktayız. … Bütün bunların sonucunda milli değerleri olmayan, millete ve içinde bulunduğu toplumun değerlerine aidiyet hissetmeyen, bireysel özgürlüğü anarşist ve nihilist bir kuralsızlık ve hedonist bir bencillik zanneden, kendini dünya vatandaşı hisseden ve yerleşik ahlâk kurallarının insanlığı geriye götürdüğüne inanan bir insan tipi yaratmak amaçlanmaktadır.” (https://www.gazetebirlik.com/kose-yazisi/18817/kuresel-emperyalizmin-kulturel-yansimasi) 

Toplumu bir araya getiren ortak norm ve değerlerin reddi, örneğin dini kuralların ve milli geleneklerin küçümsenmesi, ilkellik kabul edilmesi, ya da ortak kurumlara düşmanlık, örneğin evliliğin hor görülmesi ile eşcinsellik ve serbest cinsel ilişkinin teşvik edilmesi yukarıda alıntı yaptığım küresel kültürel saldırının sonucudur. Bu saldırı kendine “etki ajanları” yolu ile aparatlar da oluşturmaktadır. Benim daha önce “Mütareke Münevveri” olarak adlandırdığım, terörist PKK ve casus FETÖ hayranı, eşcinsel sever, Atatürk, Cumhuriyet ve Türk düşmanı kişiler ülkemizde “kimliksiz toplumun” yılmaz savunucularıdır. Bütün dünyada kendini “liberal sol” olarak tanımlayan bu “etki ajanları” milletlerin ve toplumların ayrışmasına ve toplumun yerine küreselci kimliksiz ve nihilist bireylerden bir sürü yaratmaya çalışmaktadırlar. Hiç şüpheniz olmasın bunun finansmanı da emperyalist güç tarafından karşılanmaktadır. Genelde okumuş ve şehirli zümreler arasında yaygınlaşan bu görüş kendini liberal sağ, liberal sol, yeşilci, çevreci veya feminist hareket isimleri altında pazarlamaktadır. Ehh, buna bir tepki de olacaktır. Tepki toplumsuz kimlikten gelir… 

TOPLUMSUZ KİMLİK 

Milli kimlik zayıflayınca veya ortadan kalkınca, insanlar kendilerini tanımlamak için yeni kimlikler peşinde koşarlar. Yukarıda bahsettiğim kendini küresel insan zanneden, bireyci ve genelde okumuş şehirlilere tepki olarak orta çağ kalıntısı yaşam tarzını temel alan, çoğunlukla şehirlerin varoşlarında veya güdük taşra kasabalarında yaşayan gruplar da etnik ve mezhepsel değerler etrafında örgütlenirler. Bu grupların kimliği artık milli kimlik değildir, bağlı oldukları cemaat, doğdukları kasaba veya soylarının dayandığı etnik grup onların aidiyetinin temelini oluşturur. Her bir mezhep, tarikat, hemşeri derneği veya etnik grup küçük birer topluluk hüviyetinde kalır. Toplumun içindeki diğer topluluklardan kendini ayrıştıracak farklılıklarını öne çıkarır. Bu gruplar içeride dayanışmacı ve kapalı topluluklar oluştururken kendi dışlarında haklarını savunacak siyasi oluşumlarla irtibata geçerler. Bu gruplar iktisadi sınıflarla hiç alakalı değildir. Örneğin bir fabrika sahibi düşük ücretle çalıştırıp emeğini sömürdüğü işçilerle aynı partiye oy verir. Çünkü işçilerin fabrikada çalışma sebebi de, hepsinin aynı partiye oy verme sebebi de aynı cemaat, etnik grup veya hemşeri derneğine bağlı olmalarıdır. İşte son dönemde Avrupa’da yükselen popülist sağ küreselleşmeden rahatsız olan, kültürel olarak taşra değerlerini yaşatmak isteyen aynı zamanda yabancı karşıtlığını bayrak yapan bu partiler her toplum içindeki toplumsuz kimliklerin temsilcisi konumundadırlar. Bunlar millici midir? Hayır, çünkü millet tanımını mezhep, etnisite veya bölge ile sınırlandırırlar, toplum içinde kendisi gibi olmayanları halk düşmanı ilan ederler ve benim “mütareke münevveri” dediğim “liberal solculara” da “elit” diye saldırırlar. Bu çağda toplumu bir araya getirecek ortak değerleri yeniden inşa edebilen parti veya siyasi hareketler, yani Daron Hoca’dan kavramı ödünç alırsak, “kapsayıcı siyaset” üretebilen kurumlar ortaya çıkabilirse millicilikten bahsedebiliriz. Yoksa toplumlar kimliksiz toplumla toplumsuz kimlik arasında parçalanır gider…

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *