İstanbul
Orta şiddetli yağmur
9°
Ara

Trump 2.0’a bir hafta kala Ortadoğu

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Trump’ın iş başına geçmesine bir hafta kala Ortadoğu’da hem Biden yönetiminin hem de Trump’ın temsilcilerinin turladığını görüyoruz. Öncelikle ABD Dışişleri müsteşarı John Bass, Suudi Arabistan ve Türkiye’yi ziyaret etti. Bass’ın ziyaretine denk gelen saatlerde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Biden yönetiminin saatlerinin sonuna gelindiğini, Ankara’nın asıl önemsediğinin Trump yönetimi ile anlaşmak olduğuna işaret eden açıklamalar yapıyordu. Zaten hafta başında Cumhurbaşkanı Erdoğan, “bir gece ansızın gelebiliriz” mesajını tekrarlayarak anlaşılmadığı takdirde Ankara’nın süreci eli böğründe izlemeyeceği mesajını ABD’ye vermişti. Ankara, işler yolunda giderse Suriye’deki yeni yönetimin istikrarını sarsmak, hükmetme kapasitesine zarar vermek istemiyor. 

Zaten, Erdoğan’ın mesajı gelinceye kadar Ankara, Türkiye’nin güvenlik risklerinin yatıştırılması için temel sorumlu adres olarak Şam hükümetini gördüklerini açıklayarak Şam’ın aktörlüğüne tam destek vermişlerdi. Dolayısıyla bu mesaj, Şam’a ya da diğer Arap hükümetlere değil doğrudan Washington’a gidiyor. Bass ve diğer ABD’li yetkililer (hatta geçtiğimiz aylarda açıklama yapan PKK’nın hamisi sayılabilecek Batılı hükümetler) Türkiye’nin güvenlik endişelerini anladıklarını söylüyorlar. Ankara’nın Türkiye’de, Avrupa’da, Ortadoğu ülkeleri bağlamında PKK’nın siyasi meşruiyetini bitirecek tüm düğmelere bastığı, sahada da güçlü olduğu bir dönemdeyiz. Bu nedenle Ankara’nın pazarlık gücünün yüksek olduğunu varsayıyoruz. 

PYD konusunda Ankara-Washington anlaşabilecek mi? 

Türkiye’nin talepleri (silahsızlanma, kadrosuzlaşma, lav-olma) karşısında PYD’nin köşeye sıkıştığı, hatta PYD kadrolarının arkalarına yeni Suriye bayrağı alarak konuşmaya başladığı, PYD’nin işlevinin DAEŞ’in hapishane bekçiliğine indirgendiği görünüyor. Bass, yabancı teröristlerin (DAEŞ mensupları kastediliyor) Suriye’den ayrılması konusunda Washington’un Türkiye ile aynı fikirde olduğunu ifade etmesi de bu açıdan önemli. Ama, Türkiye ve ABD’nin tam anlamıyla anlaşamadığını da görüyoruz. Ankara, Trump dönemi Washington ile anlaşabileceğini düşünüyor ve havuç ve sopasını geleceğe yönelik dengeler üzerinden veriyor. Öte yandan PYD, bu gidişata, yani PKK’nın işlevinin bitişine Trump dönemi belirsizlikler içerisinde bir soluklanma anı geleceğini umuyor. 

PYD’nin bel bağladığı (gerçi kendilerini kurtarmaları için gücü yetsin yetmesi dinleyeceklerini düşündükleri herkese çağrı yaptılar) Trump’dan ziyade, İran ve İsrail’in Türkiye’yi bir tuzağa çekme çabası içerisine girecekleri beklentisi. Kandil-Süleymaniye yaşam hattı PYD için hala kapanmış değil. Gerçi, bu konuda PYD’nin tam anlamı ile ümitlenmesini önleyen unsurlar da var. Irak içerisinde İran’dan destek almak için çok uygun bir zaman değil. Şii partilerin hissettiği sınırlılıkları ve baskıyı Süleymaniye de hissediyor olmalı. Öte yandan İsrail ve İran bölgesel dengeler içerisinde anlaşabilen ülkeler değil. İsrail’in açlığı kendi gözlerinde bir meşruiyete sahipse bunun temel nedeni İran’a karşı sürdürdüğü mücadele. İran da bugün bir rejim güvenliği sorunu ile karşı karşıyaysa bunun nedeni direniş ekseninin İsrail’i kendi sınırları içerisinde tutmak konusunda başarılı olamaması. Kısaca bu iki aktör- karşılıklı varoluşsal bir savaşa batmışken- kolay kolay bölgesel dengelerde Ankara’yı sınırlandıracak hamleleri özgürce yapamazlar. Bugün görülen tablo kimse için çok sürpriz değil. Tahran ve Tel Aviv birbirlerini yemeye başladıklarında Ankara’nın aradan sıyrılabileceğini söyleyenler vardı. Nitekim öyle oldu. 

İsrail ve Hamas Gazze Anlaşmasına yakın ama… 

Bugün İsrail Gazze, Lübnan, Suriye ve Irak’ta yaşanan gelişmelerden, Arap aktörlerin dönüşümünden ve direniş eksenindeki gelişmelerden memnun. Ama tüm bu gelişmelerin Türkiye’nin bölgedeki etkisini daha da artırdığının farkında ve bundan çok memnun değil muhtemelen. Ankara’ya yönelik açık bir tavır almak – ki bu tavır PYD üzerinden de olabilir- İran’ın sınırlanmasına yönelik gelişmeleri akamete uğratabilir. Tahran’a yönelik daha ciddi bir plan içerisindeyse İsrail, yüzünü Ankara’ya dönerek zaman ve güç kaybetmeyi göze alamaz. Dolayısıyla, rasyonel olarak belli bir uzaklıktan baktığımızda İsrail için mantıklı hareketin Ankara ile anlaşmayı ABD, Katar ya da Azerbaycan aracılığı ile yeniden denemesi olduğu görülür. Trump’ın Katar-İsrail arasında dolaşan temsilcileri bilindiği gibi bir Gazze Anlaşması kotarılır mı diye bakıyorlar. Gazze anlaşmasının olması halinde (Hamas’ın anlaşılamayacak konuların görüşülmesini erteleyelim teklifi olduğu ve Mısır’ın İsrail’in Filedelfiya Koridoru’ndan çekilmesi talebini ateşkesin uygulanmasına kadar ertelemeyi kabul ettiği basına yansıdı) Ankara-Tel Aviv arasında yeniden normalleşme daha rahat konuşulabilir. Hamas’ın dönüşümü ile ilgili bir hat açılacaksa bu hat üzerinde Katar, Mısır ve Türkiye’nin etkisinin olabileceğini ABD ve İsrail hesaplıyordur. Sonuçta bugüne gelirken evde yapılan hesapları bozup, İran ve İsrail’i bir varlık mücadelesine kitleyen Hamas’ın 7 Ekim saldırısıydı. Saldırı kapasitesini İran inşa etmişti ama saldırının baş mimarı olduğunu hep reddetti. Reddetmesine rağmen İsrail’i direniş ekseni ile çeviren ve Hamas’ı direniş ekseninin parçası yapan, sonra da İsrail’i doğrudan vuran İran oldu. Bu süreç ilerlerken bölgenin ve direnişin süper gücü olarak adlandırılmaktan hiç memnuniyetsiz değildi. Ama bugün soluğunun tıkandığı ve popüler deyişle Kuzey Kore çözümüne sıkışan (nükleer silahla rejimi kurtarmak) bir İran’dan bahsedilirken Tahran tuzağa düşüp düşmediğini düşünüyor olmalı. Tahran ve Tel Aviv, farklı tuzaklara düşmüş olsalar da İsrail’in düştüğü tuzaktan kurtulma şansı ufukta – ABD sayesinde görünüyor. 

Lübnan’da Avn’ın başa gelmesi ne mesaj veriyor? 

Lübnan’da bu hafta yeni cumhurbaşkanının seçilebilmiş olması bu açıdan İsrail’e çok şey anlatıyor. Lübnan yine bir generali, ordunun genelkurmay başkanını Cumhurbaşkanı olarak tartışmalı bir seçimin sonunda seçti. Seçim tartışmalıydı, kritikti ama gerçekleşti ve General Avn’ın seçilmesi iki yıllı aşkındır süren geçici hükümete mahkûm olma halini bitirdi. Daha önemlisi, seçim öncesinde Hizbullah, Avn’ın rakibi Hizbullah’ın adayı Franciyye’ye desteğini çekerek Avn’ın seçilmesini bloke etmeyeceğini göstermiş oldu. İlginç bir geri çekiliş, zira Avn, ABD, Fransa ve Suudi Arabistan’ın desteklediği başkan adayı olarak biliniyor.

 Önü tabi belirsiz ve kabine seçimi, genelkurmay seçimi dahil olmak üzere pek çok zorlukla karşı karşıya kalacak ama seçimin uzatılmadan gerçekleşmesinin en önemli nedeni Lübnan-İsrail arasındaki 60 günlük ateşkesin bitişine yaklaşmamız olduğu unutulmamalı. Düne kadar ateşkesin uygulamasının en önemli aktörleri, elinde fazla bir güç bulunmayan geçici hükümet ve zayıf, maaşı ABD, Fransa ve Suudi Arabistan katkıları ile ödenen orduydu. İsrail’in ateşkesin yenilenmesi ve uygulanması yani İsrail’in Lübnan’dan çekilmesi için ise şartları biliniyor. Hizbullah’ın Litali Nehri’nin kuzeyine çekilmesi, sınırın Lübnan ordusu tarafından korunması ve -bu tabi çok kritik- Hizbullah’ın silahsızlandırılması ve Lübnan ordusu içerisindeki varlık alanından sökülüp atılması. Bugün ordu ve hükümetin böyle bir gücü var mı sorusuna tabi ki hayır cevabı veriyoruz ama dün hükümeti seçecek, ordunun gelecek komutasını belirleyecek bir başkan da yoktu. Bugün var ve Hizbullah Avn’ın adaylığı karşısında -muhtemelen Lübnan’da sahip olduğu siyasi hattı korumak ve İsrail’in Lübnan derinliklerinde Hizbullah’a saldırmasını engellemek için- geri çekilmiş durumda. Durumu yorumlayan bir uzman, Hizbullah yenildi dedi. Yenilmiştir, yenilmemiştir ama Esat sonrası strateji ve taktiğini değiştirmek zorunda kaldığı açık. Avn da seçim sonrası yaptığı teşekkür konuşmasında direnişin “d”sini bile anmadı. Hizbullah, direnişini İran’dan uzak bir hatta oturtabilir mi, buna izin verilir mi, bunu yapabilecek gücü olur mu göreceğiz. Ama Lübnan’da mezhepsel politika İran ile başlamadı, İran ile bitmek zorunda değil. Gazze ve Lübnan’da olacaklar, Hamas ve Hizbullah’ın atacağı adımlar da bu çerçevede çok önemli. 

Netanyahu-Trump faktörleri

 Netanyahu, tüm bu faktörleri rasyonel bir aktör olarak izliyor mu bilmiyoruz. Netanyahu rejimi, İsrail’in güvenliğini kaybetmiş, soykırım suçuna yakın yerlerde dolaşan bir rejim olarak köşeye sıkışmanın getirdiği güç kullanma hattından ilerliyor. İran’ın ve direniş ekseninin aldığı yaraların farkında ve bu yaraların üzerinden İran’ı daha da sıkıştırarak kendi sıkışmışlığından kurtulma arzusunda. Ayrıca, Netanyahu’nun kendisinin de güç ve genişleme delisi olduğu, bölgenin hegemonik gücü olmayı hayal ettiği bir gerçek. Bu yüzden yukarıda zikredilen tabloya hem iştahla hem de Türkiye’nin etkisi nedeniyle hüzünle bakıyor. Trump döneminde Trump’ı İsrail’in iştahı üzerinden İran’ı daha da sıkıştırmaya ikna etmesi mümkün. İran’ı sıkıştırma gündeminin arasına Netanyahu, ABD’yi Ankara’nın işini kolaylaştırmamaya da ikna etmeyi elbette sıkıştırabilir. Yazının başında PYD’nin bir beklentisinin bu olduğunu söylemiştik. 

Ama gelinen noktada böyle bir yol İsrail ve ABD’nin fazla fazla maliyet üstlenmesi demek. Ankara da “bir gece ansızın gelebilirim” diyerek ne yapacağını söylüyor çünkü. Öte yandan Trump, İsrail’in iştahını İran ile müzakere için bir sopa olarak kullanabilir de. Öyle bir durumda İran’ın bugün olduğundan daha uzun bir süre daha güçsüz bir şekilde kenarda direnmeden beklemesi nasıl garanti edilecek. İsrail, kral olmak isterken kendini gardiyan olarak bulacak demektir bu. Sözün özü, Trump dönemi İsrail ve İran politikası hala son derece belirsiz. Bu politikalar belirginleştiğinde Türkiye ile ABD PYD konusunda anlaşabilecek mi anlaşamayacak mı daha net göreceğiz. Trump’ın gelişine bir hafta kala tablo anlaşmanın henüz olmadığı ama anlaşma umudunun da canlı durduğu bir tablo. İran da İsrail de işleyen bir denge içerisinde sınırlanabilir. Tablonun nihayete ermesi Trump’ın doğru politika tercihleri yapmasına bağlı.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *