İSTANBUL'UN HUYU DEĞİŞTİ (1)
Bu köşemde İstanbul ile ilgili bir çok yazı yazdım ve görünen o ki daha da çok yazacağım. Hep söylüyorum; İstanbul; 15 milyonu aşan yerleşik nüfusuyla, (günübirlik, kısa süreli ziyaret veya alışveriş için gelenleri de eklersek) bu genelde günlük onyedi- onsekiz milyon insan sirkülasyonunun olduğu, dünyanın en önemli metropollerinden biridir.
Bir söz vardır hep söylenir, neredeyse şehir efsanesine dönüşmüştür; “Büyük başın büyük derdi olur” diye, işte bu söz, sanki İstanbul için söylenmiş. Bu kadar göz önünde olan güzel İstanbul’umuzun başı dertten kurtulmuyor.
2000’li yıllarda “İstanbul’un huyu” değişti. Eskiden olağan şeyler için “yıllardır böylesine rastlamamıştık” deyip hayretimizi gizleyemeyip etkilendiğimiz olmuştur zaman zaman. Ama, son yıllarda değişen bu “huy” artık alışkanlık haline gelen bazı olumsuzlukları da beraberinde taşıyor. Yaşananlar, güncel olaylar gibi alışkanlık haline gelmeye başladı.
“İstanbul’un huyu değişti” dedik ya, değişen bu huyda en çok göze batan, İstanbul İklimindeki değişiklik.
İstanbul’da dört mevsimi yaşamak güzeldi. Kışı, yazı ve baharları, yedi tepeden oluşan, yeşil alanları, boğazı, kırsal kesimi ile iklimsel farklılıklarını her bölgesinde yaşayabileceğiniz, jeolojik yapısı ile çok özel bir şehirdi bu güzel İstanbul.
1950’li yılların sonundan beri hemen hemen hiç ara vermeden İstanbul’un değişik merkez bölgelerinde elli beş-elli altı yıldır yaşayan birisi olarak İstanbul’un geçirdiği, hem sosyal, hem jeolojik, hem de iklimsel değişimini iyi bilenlerden biriyim.
İstanbul, yedi tepe üzerinde kurulmuş çok özel bir şehir. Boğazı, altın boynuz Haliç’i ve Avrupa ve Anadolu diye adlandırılan iki yarımada üzerinde kurulmuş, tarihi özellikleri, yüzlerce yılı yansıtan ve günümüze emanet edilen çok zengin kültür varlıkları ile dünyada hep adından söz ettirebilmiş ve ilgi odağında olabilmiştir.
İstanbul son elli yılında, her yıl üzerine koyarak artan yerleşik nüfusuna rağmen, ikibinli yıllara kadar yeşil alanları ile de adından söz ettirirdi. İstanbul’u etkileyen mevsimsel değişiklikler, Trakya Bölgesi’nde başlayıp sonra İstanbul’u etkileyen bir güzergah izler ve bu değişim güzel bir görsellik bırakırdı.
Yazıya; “İstanbul’un huyu değişti” diyerek başlamıştık. İstanbul’un huyunu değiştiren etkenlerden en önemlisi; İstanbul artık dört mevsimi kararında, abartmadan yaşayan bir il olmaktan çıktı. Yazı kısa, kışı abartılı, karlı ve çok soğuk, sonbaharında sapsarıya bürünmüş ağaçlarla, örtülmüş gibi görünen o sarı örtü yok. Çünkü; o yeşil alanları oluşturan yaşam sevinci ağaçlar, yeşil alanlar, yok denecek kadar azaldı. İlkbahar söylediğim yok olmaya yüz tutan o yoğun yeşil alanlarla birlikte yok denecek kadar kısa.
Geçtiğimiz günlerde, bir süredir ortalıkta dolaşan, İstanbul’un yeşil alanlarını; yıllara göre gösteren dört aşamalı bir harita gördüm. 1990, 2000, 2010 ve 2017 yıllarında yeşil alanları kapsayan dört bölümlük bir harita bu. 1990’da; İstanbul’un sadece güney kıyıları dışında, neredeyse sekizde yedilik bölümü, 2000 yıllarında sekizde altılık bölümü, 2010 yılında sekizde dörtlük bölümü ve 2017 yılında ise neredeyse sekizde ikilik bölümü yeşil alan gibi görülüyor. Yani kısacası; o yeşil alanları ile ünlü İstanbul artık yeşil örtü modasından sıkılmış, vazgeçmiş gibi görünüyor. O gördüğüm harita doğru mu yanlış mi bilemiyorum ama, son yıllarda hızla betonlaşan İstanbul’u anımsayınca doğruya yakın bir görüntüyle gerçekleri yansıtıyor gibi.
Geçtiğim yazılarımızda “İstanbul ağlıyor” başlıklı bir yazı yazmıştım.. Bundan yaklaşık on gün önce İstanbul’daki o sağanak yağmur felaketi sonrasında yaşananları anlatıyordu. Bu kez yarınki yazımızda tekrarını ve yaşattıklarını anlatacağız.