İTHAL EDE EDE ÜRETMEYI UNUTTUK!
Ülke olarak bir çok sorunla uğraşırken çoğu zaman ekonomideki açmazlarımızı unutuyoruz. Kim bilir, belki de, diğer sorunların ağırlığında bunaldık, ekonomik durumumuzu unutturuyoruz. Bir konuda aklımızı başımıza devşirmemiz gerekiyor. Ekonomimiz hiç de anlatıldığı gibi değil. Mutfaktaki yangın artık kontrolden çıktı, sadece elimizi değil içimizi de yakmaya başladı bile çoktan.
İşçi, memur, köylü, kısacası tüm dar gelirliler çok zor durumda. Eskiden mutfakta tencere kaynatabilmek için bazı sebzeleri bağında bahçesinde üretebiliyor, bir öğün yemek yapabilmek, çorbasını kaynatabilmek için bir şeyler bulabiliyordu.
Ben, Karadeniz’in yeşillikleri ile ünlü, topraktan bir çok şey üretebilen, sebze ve meyvesini bağından bahçesinde yetiştirdiklerinden karşılayabilen Rize’de üniversite yıllarıma kadar yaşadım.. Çok iyi hatırlıyorum ki, biz tüm sebze ve meyve ihtiyaçlarımızı, bunun yanı sıra et, süt ve tereyağımızı kendi ürettiklerimizden karşılıyorduk. Bahçemizde tüm sebzeleri yetiştiriyorduk ve taze taze mutfakta kullanabiliyorduk..
Aldığım bilgilere göre, Rize ve bölgesinde hiç kimse üretmiyor, tükettiği sebze ve meyvelerini üretmeyi çoktan unuttu. Tüm ihtiyaçlarını pazarlardan, mahallelere kadar gelen seyyar sebze meyve satıcılarından temin ediyorlar.
Başta Rize olmak üzere, Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yaşayanlar, tükettikleri sebzelerini ve meyvelerini bahçelerinde üretebiliyorlardı, ürettiklerinin fazlasını pazarlarda satarak geçimlerine maddi katkı sağlayabiliyorlardı.
Yıllar önce özellikle serbest piyasa ekonomisine geçme hevesimize yenik düştük. Serbest Piyasa ekonomisine geçtikten sonra üretmeyi unuttuk, sadece ithal ürünlerini kullanmaya başladık. İthalat denen canavara teslim olduk, üreten olmaktan tüketen bir topluma dönüştük. Her ihtiyacımızı pazardan, marketten karşılamaya başladık.
Olan oldu, şimdi mutfağımızın ana malzemeleri olan ve çokça tükettiğimiz bir çok sebzenin birilerinin acımasızca kontrol ettiği oynak fiyatlarından şikayet ediyoruz. Birilerinin kontrolünde olan bu sebze ve meyvelerin fiyatları sadece cebimizi yaksa neyse, ekonominin karabasanı olan enflasyonun da körükleyicisi oldu.
Son ayların kralı da işte bu ortamı yaratan ve mutfaktan eksik olduğunda yokluğunu hissettiğimiz el yakan fiyatıyla sebzelerin kralı domates. Artık altınla, dövizle eşdeğer gibi. Fiyatı yerinde durmak bilmediği gibi, enflasyonu en çok azdıranlardan biri de.
Güney illerimizde 1990’lı yıllarda kurulan ve günümüze kadar süratle gelişen seralarda en çok yetiştirilen ve bir çok ülkeye ithal ettiğimiz domates, kendini naza çekerek bulunmaz Hint kumaşı gibi fiyatıyla almış başını gidiyor. Çok yakın bir zamanda pazardaki fiyatı kilogramda on lira barajını geçmişti. Şu sıralar beş lira ile on lira arsında oynak bir fiyat aralığında tüketiciyle dalga geçer gibi seyrediyor. Ve tabii ki son aylarda enflasyonun yükselmesinin en önemli nedeni olarak gösteriliyor. Kısacası o kadar nazlı bir sebze ki tüketsen de tüketmesen de olmuyor.
Güney illerimizde neredeyse her yeri kaplayan seralarda yetişen domatesler nerelere gidiyor. Varlık içinde bu kadar yokluk neden çekiliyor da fiyatı böylesine yüksek, buna yanıt verebilecek kimse yok. Üreticiden tüketiciye geçen süreçte neler oluyor, bu konuda da kimse sağlıklı bir bilgi aktaramıyor. Şehir efsanesi halinde, dilden dile dolaşandan anlayabildiğimize göre, tüketici ürettiğini gerekenden ucuz fiyatla satmış olmasına rağmen pazara, markete ulaşıncaya kadar, üretim maliyetlerine yansıyan sanal artışlardan etkilenerek tüketiciye ulaşmış olduğu şeklinde. Kısacası tüketiciden sonraki süreçte birileri bu zaaftan olabildiğince yararlanıyor.
Serbest piyasa ekonomisinin bize mirası. Ve biz bu mirası hoyratça kullanarak bugünkü duruma geldik. Üreten bir toplum olmaktan hızla uzaklaştık.
Üretmeyi özledik. Evlerimizin balkonuna yerleştirdiğimiz saksılarda ürettiğimiz tadımlıklarla, idare eder olduk.
Bu konu bitmedi devam edeceğiz.