ÖLÜMÜN MÜZİĞİ
Moskova’dan Lazkiye’ye gitmekte olan Tupelov tip bir uçak Soçi’de yakıt ikmali yaptıktan sonra kalkış yaptı ve kısa bir süre sonra Karadeniz’e çakılarak düştü. Bu Tupelov tipi uçakların ilk düşüşü değildi. Dileriz son olur. Uçaktan kurtulan olmadığı gelen bilgiler arasında. Uçakta askeri mürettebatın yanı sıra Sovyetler’den Rusya’ya kalan önemli miraslardan Kızıl Ordu Korosu’nun üyeleri bulunuyordu. Kızıl Ordu Korusu, Suriye’de Noel konseri vermek üzere yola çıkmış. Ulaşamadılar.
Ölüm ve müziğin yolu birçok yerde kesişiyor. Bunlardan birisi Titanik faciası. 4 Mayıs 1912 tarihli Vazife gazetesinde şöyle yer almış:
“Titanic Vapuru’nun şef orkestrası pek çok zamandan beri Avrupa-Amerika hattında işleyen gemilerde bulunuyormuş. Titanic’ten evvel de dünyanın en büyük gemisi olan Moritanya’da imiş. Kendisi mutlak bir gün gelip de denize öleceğine kanaat getirmiş imiş. Arkadaşlarından birisi bu fikrine dair kendisiyle vuku bulan bir mülakatı naklediyor:
-İhtiyar dostum, bir gün kazara böyle bir kazada bir gemide bulunsan ne yaparsın?
-Derhal maiyetimi bir araya toplayıp çalgı çaldırırım.
-Hangi havaları?
-En ziyade sevdiğim bir Protestan neşidesinin “Ben sana pek yakınım Ey Rabbim!” havasını.
İşte Titanic’in ihtiyar ve metin şef orkestrası dediğini yapmış, vücudunun yarısı suya batıncaya kadar “Ben sana pek yakınım Ey Rabbim! Diye terane saz olmuştur.”
Kızılordu Korosu’nun böyle bir fırsatının olup olmadığını bilmiyoruz ama Dumlupınar faciasında da, ölümü bekleyen denizaltı mürettebatının son yaptığı şey birlikte bir türkü söylemek olmuş: Ah bir ataş ver...
Son anlarda söylenen türküler nelerdi diye bir çetele çıkarmak istemiyorum. Sadece müziğin eğlence için sadece eğlence için konumlandırılmasından rahatsızım. Başımıza gelen felaketlerin ardından ilk akla gelen şey konserlerin iptal edilmesi oluyor. Müzik sadece eğlenmek demek değil ki. Bu toprakların insanları daha çok hüzünlenince bir türküye sığınır. Dolayısı ile sadece eğlenceye sıkıştırılan müzik içimizi çürütüyor ve bizi öldürüyor.
2016 yılında hayatını kaybeden Leonard Cohen, eğlencenin değil hüznün müziğini işlemişti mesela. Daha çok bir itiraz ve yorgun bir öfkeyi seslendirmişti. Neşet Ertaş dediğimizde kaçımız eğlenmeyi kaçımız hüznü getirir aklına ilkin. Blues hakeza zencilerin türküsüdür hüzünle söylenen...
Itri’nin salatı ümmiye bestesi eminim hayatımızın sonlandıktan sonraki ilk anlarında duymayı isteyeceğimiz bir müziktir tınıdır. Teravih namazlarının ortasında okuduğumuz tekbirlerden söz ediyorum. Tamam Chopin de cenaze marşı bestelemiş ama şahsen Itri’yi tercih ederim.
Tüm bunları yazmamın sebebi şu: Hayatımızın başından sonuna kadar bir melodiye eşlik ederek yaşarız, yakaladığımız ahengi hayatımızın son anına kadar muhafaza ederiz. Sadece neşe değil hüzünde de müzik bize yalnız olmadığımızı gösterir. Ne yaparlarsa yapsınlar elimizden alamayacakları şeyler olduğunu gösterir. Ölümümüzün müziğini seçmek de nasıl bir yolculuğa çıkmak istediğimizin son duası gibidir. Ne dersiniz?