YIL SONU KABUSUMUZ; ZAMLARLA DANS!
Yıllardır Türkiye gündeminin vazgeçilmez konuğu sık sık yapılan zamlardır.
Türk insanı zamlarla akraba oldu desek yeridir. Artık “alıştık” dediğimiz zaman hemen yenileriyle halvet olmak için yeniden hazırlık yapmaya çalışırız.
Son zamanların moda deyimiyle her ne kadar enflasyon tekli rakamlara düştü, ekonomi iyi yolda sözleriyle hayal kursak da “zamlar” konusu her zaman kabusumuz olmaya devam ediyor..
Zamlarla uğraşmaktan, zam kabusundan kurtulup normal yaşamımıza adapte olabilmek artık çok zor. Küresel ekonomideki darboğaz ve en önemlisi doların oynama keyfi, görünen o ki en çok bizim başımızı döndürüyor.
Akşam yatarken yarın uyandığımızda hangi zamlarla tanışacağız diye tahminler yürüttüğümüz gecelerimiz unutamadığımız kadar çoktur! Pazarda, çarşıda zam, her tür alışverişte ve en canımızı yakanı ise, temel tüketim maddelerindeki zamlar. Kısacası; zam sözcüğü günlük yaşamımızda en çok duyduğumuz, kullandığımız sözcüktür. Günlük yaşamımızda her an duyduğumuz bu sözcük bizimle özdeşleşti artık.
Zam konusu siyasilerin gündeminde de her dönem vardır. Anlam ve sonuç olarak farklı işlenmiş olsa da onlar için en çok kullanılan, özellikle muhalafette olanların eleştiride en çok kullandıkları malzemedir zam konusu. Onlara göre zam, yapanlar için yanlış bir uygulamadır ve yapanları her dem ağır bir dille eleştirirler. Ardından da, “Bizler iktidara geldiğimizde bu tür zamları asla yapmayacağız” söylemleri ile olabildiğince umut dağıtırlar.
Son günlerde, yönetenlerin üstüne basa basa söylemeye çalıştığı da sanırız budur. “Uzun süre kimse zam beklemesin. Zam yapmayacağız”. Ama hala ekonominin düzlüğe çıkması uğruna bazı alışkanlıklarımızdan da vazgeçemiyor ve gerektiği zaman, daha doğrusu kaynağa ihtiyaç olduğu zaman hiç çekinmeden “zam” kaynağına başvurabiliyoruz.
Siyasal arenada bu tür söylemler her zaman söylenir, yönetimdeyken ve özellikte muhalefette olunca.
Seçimlere gelirken de aynı söylemler seçim meydanlarında günlerce söylenir. Halkın daralan ekonomik gücünün, ekonomik darbağazdan çıkışının adaletli bir gelir dağlımıyla çözümlenebileceği muhaliflerce de vurgulanır. Ama her şey seçim meydanlarında kalır ve değişen hiç bir şey olmaz.
Ancak bir konuda yapılanlar hiç hız kesmeden devam eder; benzine, tüp gaza v.b. gibi etki tepki yaratan bir çok kaleme yapılan zamlar hızla devam eder. Özellikle de akaryakıta yapılan zamlar neredeyse otomatiğe bağlanır.
SSK ve Bağkur emeklilerine yapılan zamların günlük yaşamda ve çarşı pazardaki oynak fiyatlar yüzünden hemen eridiğini hatta eksiye geçtiği duygusunu hakim olduğu bir ortamda ekonominin iyiye gittiğinin kim farkında bilemiyorum.
Burada asıl önemli olan, acilen çözüme kavuşturulması gereken; hala dar gelirlinin sırtında bir kambur gibi duran vergi adaletsizliğine bir çözüm bulunamamasıdır. Çözüm bulunmasından vazgeçtik vergilerin o alıştığımız oranlarda kalması bile mümkün görünmüyor.
Görünen o ki, seçim meydanlarında söylenenler ve sonrasındaki tavırlarda hiç bir değişiklik yok. Ülke gerçeğini bilmeden veya bilerek, bazı konuları seçim malzemesi yapma kronik alışkanlıklarımızdan kurtulamayacağız. “Dün dündür bugün bugündür” anlayışı tüm hızıyla devam ediyor.
Türkiye’nin gerçeği, gelir getirici en önemli kalemlerin başında vergilerin geldiğidir.
Hemen hemen tüm yönetimler de bu gerçekten hareketle vergi gelirlerini garanti gelir getirici kaynak olarak görmektedirler. Ve bundan hareketle kaynak yaratmak için ilk başvurulan ve görünen o ki geride kalan tek yöntemdir.
Vergi gelirlerini büyük bölümünü karşılayanların; işçi, memur, küçük esnaf, kısacası dar gelirlinin olduğunu düşünürsek, zamlar konusunda biraz daha gerçekçi bir yol izlemeyi denesek çok daha iyi olmaz mı!