BİRAZ DA BİZ SUSALIM
Nasrettin Hoca ile merhametsiz ev sahibi arasında geçen diyaloğu biliyorsunuzdur. Hoşafı höpürdete höpürdete içen görgüsüz ev sahibi Hoca’yı sinirlendirir. Hoca her kaşıktan sonra hoşafı övüp “öldüm ne güzelmiş” diyen ev sahibine, “ver şu kaşığı da biraz da biz ölelim” der.
Erdal Tosun rahmetli oldu. Bir Demet Tiyatro’da çok konuşan küçük mafya lideriydi. O kadar çok konuşur ve her şeyi o kadar iyi bilirdi ki. Yıllar geçti. Yılmaz Erdoğan’ın başka bir filminde neredeyse hiç konuşmayan karaktere dönüştü. Ağzından kelime çıkmıyordu. Üzeyir’di karakterinin adı. Niye konuşmadığını soran başrol oyuncularından birine “Çok konuştum bir faydasını görmedim. Susuyorum.” diyecekti. Konuşmanın fayda etmediği dönemlerden geçiyoruz.
Sussak gönül razı değil, yazıyoruz.
Ama içimizden geçiriyoruz. Biraz da biz sussak, biraz da biz sussak...
Konuşurken incitiyoruz çok kişiyi. Belki bu kadar hevesli olmasak konuşmaya başka şeylere fırsat bulabileceğiz. Bu kadar konuşmaya hevesli olmasak ağzımızdan daha anlamlı kelimeler çıkacak belki.
Biraz da biz sussak fena olmayacak belki.
Belki hepimiz biraz susmayı denesek daha iyi olacak.
Sussak, dinlemeyi öğrenmeye başlayacağız belki. Dinlersek anlamayı.
Sadece duyduğumuz şeyler var. Mesela bir yurtta hayatını kaybeden kız çocukları, duyuyoruz, ölümün başladığı yerde susmanın konuşmaktan daha anlamlı olabileceğini, biraz sükunetin bizi bilgeleştirebileceğini aklımıza getirmiyoruz.
Öfkemizi kuşanıp konuşmaya başlıyoruz. Kelimeleri kurşun olarak kullanıyoruz.
Biraz da biz sussak, belki daha iyi olacak.
Öfkenin geldiği yerden merhametin gittiğini unutuyoruz. İşlevsiz acıları acıdan saymıyoruz. Tercih edilen sahte öfkeleri insanlık olarak kabul ettirmeye çalışıyoruz.
Tüm kavramların içini boşaltıp, acıları anlamsızlaştırıyoruz. Sonraki duyarlılıkları kuşanıncaya kadar son moda budur diye, çıplak kalmayalım diye sahte öfkeleri çıkarmıyoruz.
Biraz sussak, biraz dinlemeyi öğrensek belki başka birisi olabiliriz. Başka birisi olduğumuzda belki dünya da başka bir yer olabilecek. Bunu hiç düşünmüyoruz. Ekranlarda, gazetelerde endüstriyel öfkelerle kendimizi kandırıyoruz.
Dünyanın bizim öfkemiz olmadan dönmeyeceğini mi sanıyoruz?
Sanıyorum, yanılıyoruz.
Acılar birbiri ardına geçip giderken, hayatın bizi bizden kopardığını, asli görevlerimizi unutturan bir çaresizlik pompaladığını hissedebiliyorum.
Ne yapmamız gerektiği konusunda emin olmasam da, biraz daha az konuşursak daha iyi iletişim kurabileceğimizi düşünüyorum.
Biraz sessizlik belki hepimiz için sağaltıcı bir süreç olacak.
Çocukken oynadığımız “akşam eli” oyunundaki gibi son sözü söyleme iştahına düşmesek belki daha iyi insanlar olabileceğiz. Az konuşmanın daha bereketli olabileceğini o zaman daha iyi anlayabileceğiz.
Sözlere ihtiyacımız var. Ama sözlerin özünü bulabilmesi için sükunete de ihtiyacımız var. Kimsenin bir diğerini dinlemediği bu dünyada biraz da biz sussak belki daha iyi bir dünyaya ulaşabiliriz.
Sözlerle sağlayamadığımız iletişimi belki de suskunluk getirir bize.
Kendi ölümümüz gelmeden, ebedi sessizliğimizle buluşmadan biraz da biz sussak. Ne dersiniz?