SORULMAYAN SORULAR
Gündem yoğun malum. Dünya, Türkiye, ekonomi, politika, darbeciler, Suriye, mülteciler derken gündem maddelerimiz yüklü. Bazı şeyleri sormaya hiç sıra gelmiyor. Bazen ne soracağımızı da nasıl soracağımızı da unutuyoruz. Politik gerilimler bizi içine çekiyor ve acıdır arkadaşlıklar kolayca sona eriyor. Artık hepimiz içimizdeki tahammülsüzlükle birlikte yaşıyoruz. Arkadaşlıkların bitmesi, sona ermesi acı bir gerçeğimiz. Ama sadece Türkiye ile sınırlı değil. Brexit döneminde referanduma kan bulaşmıştı. İngiltere’nin AB’den çıkıp çıkmaması insanların birbirleriyle olan ilişkilerinde belirleyici bir unsur olmuştu.
Financial Times gazetesinde yazan Hindistan kökenli bir yazar arkadaşlıkların sonunun gelmesiyle ilgili bir yazı kaleme aldı. Esas mesele Trump sonrası ABD idi, ama lafı oraya getirmek için köklerinin olduğu Hindistan’dan örnek veriyordu. Hindistan’daki politik gerilimlerin arkadaşlıklara olan etkisinden örnekler veriyor. ABD’de önde gelen liberallerden birinin Trump’a oy veren veya Hillary Clinton’a oy vermeyip diğer adaylara oy veren kim varsa ilişkiyi kestiğini yazmış. Financial Times yazarı bu durumdan hoşnut değil. Bu tepkiyi verenleri anlamaya çalışıyor ama doğrusu verecek net bir cevabı da yok.
Artık hepimiz gettoların içinde yaşamaya mahkum gibi görüyoruz kendimizi. Kalelerin içine çekiliyoruz, zihinsel kalelerin içine. En açık görüşlü olanlarımız dahi bu deli suyundan içmek zorunda hissediyor kendisini. Nefret olmasa bile öfke her tarafı ele geçiriyor. Kısa vadede bir çözüm de görünmüyor üstelik.
Önceden de böyle miydi? Evet. Aynen bu şekildeydi. ABD’de de İngiltere’de de Türkiye’de de bu gerilim vardı. Ama durum eşitsizdi. Birileri görüşlerini açıkça ifade ederken diğerleri kendilerini susmak zorunda hissediyorlardı.
Liberal olmamanın büyük günahlardan sayıldığı bir dünya düzeni başka türlüsünü düşünmüyor. Şiddet tuzağına düşmeden, oyunun kuralları içinde başka şeyler söylemenin pek de hoş görülmediği bir ortamdayız.
Arkadaşlarımızla geçinmek eski güzel günlerin geri gelmesini istiyorsak, susmak ve genel geçer kabullere itiraz etmemek gerekiyor. Bu şekilde saadeti bozmadan yaşamak mümkün. Arkadaşlarımızla geçerli olan bu durum devlet seviyesine çıkınca ABD ve AB ile ilişkilerimizde de kendini gösteriyor.
Hiçbir şey olmamış gibi eşitliksiz “arkadaşlıklar” sürsün diye ses çıkarmamak mı yoksa yeni bir düzen için “kötü” olmayı göze almak mı? İkisi de doğrusu zor kararlar. İnsani açıdan baktığımızda arkadaşlıklarımızı kaybetmek ile arkadaşlıklar uğruna haysiyetimizden vazgeçmek arasında bir seçimdeyiz.
Pek çok soru dilimizin ucuna kadar geliyor ve sormaktan çekiniyoruz. Arkadaşlıklar gerçekten feda edilemez şeyler mi? Yoksa gündemin hararetine kendimizi fazla mı kaptırıyoruz? Kaç arkadaşımız artık “arkadaş” değil? Bunların olmaması hayatımızı çoraklaştırıyor mu yoksa bize sadeleşme ve yeniden düşünme imkanı mı sağlıyor?
Ya da şu soruyu sormaya ne dersiniz: Görüşlerimiz, dünyalarımız farklılaştığı için mi politik görüşlerimiz farklılaşıyor yoksa politik görüşlerimiz değiştiği için mi dünyaya bakışımız artık daha farklı? Lütfen “kaybettiğiniz” arkadaşlarınızı düşünerek bu soruyu cevaplar mısınız? Eğer bir sonuca ulaşırsanız bana da haber verin lütfen.