İYİ Kİ BENİ DİNLEMEMİŞSİN TURHAN
Toplumca rant yiyoruz. Hemde nasıl. Afiyetle, ballandıra ballandıra, tadını çıkara çıkara. Üretmek yerine aynı malı birbirimize satarak para kazanıyoruz. Sonra onu yiyoruz. Bir kuşak sonra yine aynı şey tekrarlanıyor. Toprak ve inşaat rantından bahsediyorum. Hepimizin evleri kıymetleniyor. Nüfus artışı ve yoğun kentleşme yüzünden her birimizin evlerinin, tarlalarının fiyatı artıyor. Atadan kalma evimizi müteahhide verip yerine 3-5 daire alıyoruz. Hazine arazisini işgal edip sabırla bekliyoruz. Sonra birşey oluyor aniden. Bir anda zengin olabiliyoruz.
Bir süre önce bir iş hanı sahibi ile sohbet etmiştim. Handa tam 27 daire vardı. Hikayesini anlattı. Babası 60’lı yıllarda şehrin göbeğindeki bir araziye gecekondu yapmış. 80’li yıllara kadar aile orada oturmuş. Sonra Özal dönemi, tapu tahsisleri falan. Şimdi o eski gecekondunun yerinde 27 daireli bir iş hanı var. Temelinde tüm toplumun hakkı olan bir araziden kısa yoldan zengin olma öyküsü. Bu arazi rantı diyince bir kaç anım geldi aklıma. Yıllar yıllar önce Küçük Armutlu’yu bilirsiniz. Hani ikinci boğaz köprüsünün girişindeki olağanüstü arazi. İşte orası İstanbul Teknik Üniversitesi’ne aitken. (Ki hala tapu üzerinde öyledir muhtemelen) İşte bu bölgede gecekondulaşma başlamıştı. Dönem, bana göre İstanbul’un gelip geçmiş en başarısız Belediye Başkanı Nurettin Sözen dönemi. Sözen, buradaki gecekondulaşmaya başlarda birşey demedi. Ancak yerin boğaz kıyısında ve bir üniversitenin mülkiyetinde bulunması nedeniyle bir süre sonra müdahale etmek zorunda kaldı.
Tepelerin üzerinde adeta meydan savaşları yaşanıyor. Polisler, zabıtalar bir tarafta, gecekonducular bir tarafta. Bir de dernek var “Gecekondu-Der” Dev-Sol’un güdümünde olduğu konuşuluyor. O da 1980 öncesindeki gibi gecekondu sakinlerini destekliyor. Neyse gerçekten savaş gibi şeyler yaşanıyordu. Hatta bir gazeteci arkadaşımız belediye aracının altında kalarak sakatlanmıştı. Gazetesi yurtdışında tedavi ettirmişti. Başkan Sözen de “Kesinlikle izin vermeyeceğiz” diye açıklamalar yapıyordu.
Biz de 2-3 arkadaş Şişli Hanımefendi Sokakta bir çatı katında kalıyoruz. Hem öğrenciyiz, hem de gazetelerde muhabirlik yapıyoruz. Bir de kapıcımız var. Kulakları çınlasın adı “Turhan”. Turhan bir gün ekmek dağıtırken birşey sormak istedi. Severdik, sor dedik. “Abi” dedi. “Bu Küçük Armutlu var ya. İşte orada bana arsa satmak istiyorlar. Alayım mı?”
O zaman Türkiye’nin düzenini bilmediğim için bütün ukalalığımla cevap verdim: “ Sakın alma Turhan. Başkan kesinlikle yıkacağız diyor. Üstelik hazine arazisi bile değil üniversitenin malı. Parana yazık olur. “ “Peki” dedi ve gitti. Bir daha da konu açılmadı. Hepinizin bildiği gibi Belediye o savaşı kaybetti. Tepeler önce küçük bahçeli evlerle doldu. Sonra oraya da müteahhit girdi. Evler apartmanlara dönüştü. Şimdi herbirinin yeri en 6 katlı binalarla dolu.
Yıllar sonra yolun bizim eski çatı katının bulunduğu binanın yakınlarına düştü. Turhan aklıma geldi. Gittim buldum. Hala aynı binada çalışıyordu. Sordum, “Ya Turhan. Sen böyle bir arsadan bahsetmiştin. Ben alma demiştim. Kusura bakma seni yanılttım. Keşke alsaymışsın.” Turhan güldü: “ Abi zaten ben seni dinlememiştim ki. Hatta bir değil iki arsa aldım. Şimdi müteathite verdik. Üzerine apartman yapılıyor. Benim de emekliliğim geldi. Emekli olup kira yiyeceğim.” Bir emekçinin ev sahibi olmasında hiç bir yanlışlık yok. Hatta her emekçi ev sahibi olmalı. Ama bu yöntemle değil. Çünkü böyle olunca zaten çarpık olan ekonominin içi dışına çıkıyor. Kentleşme ise zaten ölmüş de rahmet okuyanı yok.
Yine aynı dönemde bir de panel hatırlıyorum. Muhabir olarak izliyorum. Yeri Odakule. Tepebaşı ile İstiklal Caddesi arasındaki büyük bina. Konuşmacılardan biri Emre Kongar. Diğerlerini unutmuşum. Salon ise demin bahsettiğim Gecekondu-Der’in kontrolünde. 70-80 kişilik bir kitleleri var. Emre Hoca yapılan işin ne kadar yanlış olduğunu anlatmaya çalışıyor. Salondan protesto ediliyor. Bir ara kızdı: “Bakın sizin yaptığınız, vergisini veren, hukuka saygılı vatandaşın hakkını zorla gasp etmektir. Bu faşizmdir. Gün gelir daha güçlü birileri çıkar buraları sizin elinizden alır.”
Güler misin, ağlar mısın?
Güneş Gazetesi’nin Güneş Gazetesi olduğu zamanlar. İstihbarat servisi bir haber yapmaya karar veriyor. İçeriği şu: Ekip, boğazın en güzel yerine bir gecekondu yapacak ve bu işin ne kadar kolay olduğunu gösterecek. Muhabir İrfan Alyanak. Daha sonraları Erzurum Doğu gazetesi ve televizyonunun sahibi. Fotoğrafçı ise Sebati Karakurt. Şimdinin Hürriyet Gazetesi fotoğraf editörü. Kısa sürede işleri organize ediyorlar. Gazetenin taşeron şoförlerinden biri ile birlikte bir gece gecekondu yapmak istedikleri Sarıyer sırtlarındaki boğaz manzaralı araziye gidip gecekonduyu yapıveriyorlar.
Sonra da önünde bir fotoğraf çektiriyorlar. Gazete birinci sayfanın yarısını bu fotoğrafla kapatmıştı. Haber güzel bir haberdi. Başlık ta : “Nasıl gecekondu yaptık?” falan gibi birşeydi. Daha sonra olay unutulup gidiyor. Aradan yıllar geçiyor. Sebati Karakurt birgün taksiye biniyor. Taksici dönüp coşku ile sesleniyor, “Abi beni tanıdın mı?” Sebati kendisini zorluyor. Şoför zorlandığını görünce kendisini hatırlatıyor. Güneş Gazetesi taşeron şoförü diye. (Adını unuttum. Ama Ahmet diyelim.) Bu arada sürekli Sebati’ye “Allah razı olsun abi” deyip duruyor. Sebati sebebini soruyor: “Niye bana Allah razı olsun deyip duruyorsun?” Ahmet cevap veriyor: “Abi, hani o gece gecekondu yapmıştık ya. Gecekondu haberi için. İşte siz evi yapıp gittiniz. Benim de evim yoktu. Ertesi gün gidip eve yerleştim. Şimdi boğaz manzaralı evim var. Nasıl Allah Razı olsun demem.”