İstanbul
Parçalı bulutlu
14°
Ara

VATAN YAHUT İSTİKLAL

YAYINLAMA:

İstiklal Caddesi eski adıyla Cadde-i Kebir yani Büyük Cadde İstanbul’un tarihinde önemli yer tutar. Tek kelimeyle özetlemek gerekirse Batılılaşmadır. Türkiye’den önce İstanbul’da Batılılaşma serüvenine bu cadde ve etrafında yer alan Pera semtinden başlamıştır. Yabancı elçilikler buradadır. Ankara başkent oluncaya kadar uluslararası siyasetin, diplomasinin kalbi burada yani İstiklal Caddesi’nde atarmış. Ankara başkent olduktan sonra bu paralel güç merkezi giderek çaptan düştü. Şimdilerde İstiklal Caddesi’nin ölümü konuşuluyor. Eğlence dünyasının giderek buradan uzaklaştığı, bir zamanlar fahiş fiyatlar ödeyerek gelen uluslararası markaların gerisin geriye gittiği söyleniyor. İstiklal’in bu kaçıncı batışı doğrusu bilmiyorum. Cihangir semti de bundan otuz yıl öncesinde metruk bir haldeydi ve sanat çevresinin teveccühüyle yeniden canlandı. Dünya çapında yaşanan şehre dönüş hareketi beraberinde İstiklal Caddesi ve bağlantılı ekosistemi canlandırmıştı.

Bu kadar eski zaman sohbeti yeter diyorsanız esas konuya şimdi gireceğimi söylemek isterim. Doksanlı yıllarda İstiklal Caddesi şimdiki gibi kitapçıların fazla olduğu yerdi. Her kitapçı adeta farklı ilgi alanları için dünyaya açılan kapı gibiydi. Farklı yazarlarla burada tanışırdık. Rafları teker teker ellerimizle yoklar yeni sakinlere hoş geldin derdik. Öyle bir zamanda, İstiklal Caddesi’nin bir kitapçısında Cem Sancar’ın Vatan Yahut Ben kitabıyla karşılaştım. Aktüel dergisindeki yazılardan derlenmiş yazılardan müteşekkil kitaptı. Sayfaları karıştırmaya başladığımda İstiklal Caddesi’nin hiç bilmediğim bıçkın, karanlık ve kayıt dışı yüzüyle karşılaştım. İfadeler sahici, tasvirler yumruk gibiydi. Yazar, açık bir gözle, şehrin riyasının örüldüğü caddenin anatomik atlasını çıkarıyordu kelimelerle.

Beyazımsı Türkleri, kendinden iğrenen vücutları, büyük sanılan adamların küçük hesaplarını... Hasılı doksanlar Türkiye’sinin tüm arızalarını gözler önüne seriyordu. Sanıyorduk ki doksanlar doksanlarda yaşanmış ve bitmişti. Öyle olmadığı, Vatan Yahut Ben’in öncü sarsıntıları anlatarak büyük sosyal depremi işaret eden bir eser olduğunu anladık. Önce Gezi, sonra 15 Temmuz ile. Türkiye’nin arızalarının bir caddeye sığması mümkün müdür diyeceksiniz. Evet, bir bakıma mümkündü. Doksanlar geçti, iki binler de... İki bin onlara geldiğimizde Cem Sancar ismiyle, dostum İbrahim Altay vesilesiyle yüz yüze tanışma imkanım oldu. Beyoğlu’na sırtını dönmüş bir Haliç parkında kelimelerinden hiçbir eksilme olmaksızın duruyordu. Sonra yaşadığımız hiçbir şeyde “ben söylemiştim” kolaycılığına kaçmadı. Tekrar tekrar anlattı. Kendi tezleriyle toplumu okumayı sürdürdü. Kalıplara girmeyi reddederek İstiklal’i gözlemeyi sürdürüyordu.

Doğru bir anahtar büyük bir kapıyı açabilir. Görmek isteyen bir çift göz size tüm yaşananları anlatabilir. İstiklal Caddesi’nin öleceğini düşünmek, sokaklarında hayat bulduğunu sananların yanılgısı sadece. Diplomasi nasıl işini bitirdiğinde çekip gitmişse, sokaklarında eğlenceyi bulduğunu düşünenler de kendilerine yeni kapılar bulabilirler. Türkiye değişiyor, Türkiye’nin her kabuk değişiminde büyük sancılarla yaşanan şey tekrar ediyor. Bu sefer belki biraz daha farklı ama özünde değişen bir şey yok. İstiklal Caddesi, Türkiye’nin ruhunu, bu sefer yenilenen ruhunu yansıtmaya devam ediyor. Çok uzak sayılmayacak bir dönem sonra yeni bir yüzüyle karşımıza çıkar.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *